Güncel olaylara tarih boyutunda teşhis koymak kolay değil. Örneğin kitlesel bir katılımla sonsuz yolculuğuna uğurlanan Erbakan'ın cenaze törenini, bu açıdan nasıl yorumlamalıyız?
Radikal'deki yazısında Cengiz Çandar bana göre en doğru yorumu yapmış ve dünkü töreni "28 Şubat'ın cenazesi" olarak nitelemişti.
Çandar'ın yazısından bu teşhise açıklık getiren bir bölümü aynen aktarıyorum:
"28 Şubat, birçoğu başta genel başkan Tayyip Erdoğan olmak üzere, 28 Şubat 1997'de Erbakan Hoca ile aynı siyasi saflarda bulunan AK Parti'nin Kasım 2002'de iktidara gelmesiyle ölümcül darbeyi yedi. Abdullah Gül'ün Ağustos 2007'de Cumhurbaşkanı seçilmesiyle tabuta kondu. Erbakan Hoca, öyle bir 'yıl dönümü'nde son nefesini vererek ve bugün çok büyük olması kaçınılmaz olan cenaze töreniyle, '28 Şubat tabutu'nun kapağını örttü."
Erbakan'dan önce de Alparslan Türkeş'in 1997'nin Nisan'ındaki cenaze töreninin de kitlesel bir olaya dönüştüğüne tanık olmamış mıydık?
Siyasal İslam ve milliyetçilik
Siyasal yaşamları yasaklı dönemlerle ve hatta hapislerle süslü olan bu iki liderin ortak özellikleri, resmi ideolojinin yok saydığı Türkiye gerçeklerini, yani "Siyasal İslam"ı ve "Milliyetçilik"i çok partili demokratik yaşamımıza sokmuş olmalarıydı.
Erbakan ve Türkeş ile "Merkez"de oldukları kabul edilen kitle partilerinin iç koalisyonları dağılıyordu.
Bir anlamda siyasete merkez-kaç kuvvetleri egemen olmaktaydı.
Turgut Özal ise bu yeni tabloyu "Artık oynak merkez var" diyerek anlatmaya çalışmıştı.
Şimdi önümüzde "AK Parti olayı" var.
Bazıları "28 Şubat olmasaydı AK Parti olmazdı" benzeri aceleci yorumlarla olaya yaklaşmakta.
Oysa AK Parti sekiz yıllık iktidarındaki icraatı ile bir "Direniş"ten öteye anlamlar kattı siyasi yaşamımıza.
Nilüfer Göle'nin gözlemleri
Bu noktada sosyolog Nilüfer Göle ile yapılan "Nehir Söyleşi"den (Mahremin Göçü/ Ayşe Çavdar- Hayy Kitap) alıntılar yaparak, AK Parti'ye farklı bir bakış açısından yaklaşalım:
"- Erdoğan ve partisi yeni bir merkeze taşınma hareketini temsil ediyordu. Hem RP'den koptular hem de radikal İslam'ı dönüştürdüler. Bunun öncesinde de RP, yani Milli Görüş Türkiye'de belli bir dönüşüm gerçekleştirmişti. Yani öyle bir zamana denk geldi ki, Türkiye Avrupa'yla ilişkilerinde de önemli bir dönüşüm sürecine girdi.
Türkiye'yi dönüştürme zorunluluğu, geleneğin kendisini dönüştürmesinin de meşruiyetini oluşturdu. Böylece kendi dönüşüm süreçlerini daha az vukuatla atlatabildiler.
Örnek Erbakan değil, Özal
- AKP'nin bu konuda Özal'ı örnek aldığını düşünüyorum. Tayyip Erdoğan'ın ve Abdullah Gül'ün RP'yi örnek aldığını söyleyemeyiz. Özal vizyonu daha önemli bir rol oynadı. "Dünyaya açılırız ve kendimiz kalırız" dediler bir bakıma. Dünyaya açılma sürecini komplekssiz olarak ele aldılar. Solun problemi buydu belki de. Kendisini dönüştürmekle, Türkiye'yi dönüştürmek arasında bir bağ kuramadı...
- AKP'de beni şaşırtan bir nokta hâlâ var: Bu kadar açılmalarına rağmen, heterojenliği açısından Türkiye'yi tam olarak temsil etmediğini düşünüyorum. Çünkü hâlâ çok tekil bir parti... Bütün o hayat tarzıyla, eşleriyle, alışkanlıklarıyla... Türkiye'nin farklılıklarını temsil etmiyor. Bir kızın başı açık olur, ikisinin kapalı olur, ikisi başka bir şey olur. Öyle değil. Tek bir tablo veriyorlar. Bu yüzden mevcut konumlarını ne kadar koruyabileceklerini bilemiyorum."