Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batı'nın gelişmiş demokrasileri Ortadoğu'nun petrol zengini ülkelerini, halkları yok sayılan birer benzin istasyonu gibi mi gördüler?
The New York Times yazarı Friedman bu soruyu özetle şöyle yanıtlıyordu dünkü yazısında:
"- Amerika (Avrupa ve Asya da) Ortadoğu'ya büyük petrol istasyonları muamelesi yaptı. Suudi İstasyonu, Kuveyt istasyonu, Bahreyn İstasyonu, Mısır İstasyonu, Libya İstasyonu, Irak İstasyonu, v.b... Onlara da 'Arkadaşlar (Sadece konuştuğumuz arkadaşlar) pompalarınızı açık tutun, petrol fiyatlarını yükseltmeyin, İsrail'le fazla uğraşmayın' dediler...
- Bunların dışında bildiğiniz gibi yapabilirsiniz. Halklarınızı dilediğiniz ölçüde insan haklarından yoksun kılabilirsiniz. İstediğiniz ölçüde kokuşmuşluk yaratabilirsiniz. İbadethanelerinizde dilediğinizce bağnazlık vaazları verdirebilirsiniz.
Gecikmiş bir değerlendirme
- Gazetelerinizde bizim hakkımızda rahatça komplo teorileri, yayınlanabilir. Kadınlarınızı eğitimsiz bırakabilir, ekonomilerinizi verimsiz bir devletçi yapıya dönüştürebilirsiniz. Sadece petrol pompalarınızı açık tutun ve İsrail'le fazla uğraşmayın."
Aslında gelişmiş ülkeler olarak bilinenler, ABD'yi hedef alan 2001'in 11 Eylül'ündeki El Kaide saldırısı ertesinde yukarıdaki değerlendirmeyi yapmalıydılar.
New York'taki İkiz Kuleler'i ve Washington'daki Pentagon'u vuran yolcu uçaklarının terörist personelinin tümü Batı'nın koruma altına aldığı Ortadoğu rejimlerinin insanlarıydı.
Ama başta Amerika olmak üzere tüm gelişmişler, bu garipliği sorgulamak yerine bir çeşit Haçlı Seferi başlattılar ve terörist üreten despotik Ortadoğu rejimlerini sorgulamak yerine İslamofobi'yi ideoloji olarak seçtiler.
Türkiye'ye bakış açısı
Anti-komünizmin yerini anti-İslamizm ve yabancı düşmanlığı aldı.
Şimdi ayaklanan Arap halklarına bakarak "Acaba nerede yanlış yaptık" sorusuna cevap arıyorlar.
Bu süreçte petrolü olmayan Türkiye'ye nasıl baktılar bunlar acaba?
Aslında Türkiye'de demokrasi olmuş veya olmamış sorunsalı da bunlar için önemli değildi. Seçilmişlerle de, darbecilerle de kolay diyalog kurabiliyorlardı.
Dünya konjonktürü Pax-Amerikana'da disiplini gerektirdiği zamanlarda, Türkiye'deki askeri yönetimler daha fazla hoşlarına gidiyordu bunların.
Türkiye'nin kendisini siyasal ve ekonomik reformlarla yeniden yapılandırdığı 80'li Özal yılları, iç dinamiklerin dış konjonktürle eşit ağırlıklı olmaya başlamasının işaretlerini taşıyordu.
İç ve dış dinamik dengesi
Kronik döviz krizlerinden kaynaklanan IMF bağımlılığının sona ereceği dönem başlamak üzereydi. Organize sanayi bölgeleri ile Anadolu sermayesi de hem iç hem dış rekabete açılmaya başlamıştı.
Bu noktada Amerika'nın (Ve Batı'nın) içerideki, askeri, bürokratik, siyasi ve ekonomik uzantıları "Değişim"den ötürü ürküntüye düştüler.
28 Şubat 1997 post- modern darbesi ile bu süreç durdurulmaya çalışıldı. Ortadoğu'ya uyarlı eski oligarşik yapı korunmak istenirken demokrasi rafa kaldırıldı.
Ama Türk "Halk"ı bugün Mısır'da gördüğümüz eylemin demokratik biçimini, 2002 seçimlerinde oy kullanarak yaptı.
"Bin yıl sürecek" denilen 28 Şubat rejimi, onun siyasal partileriyle ve beceriksizliğin ürettiği ekonomik kriziyle birlikte baraj altında kaldı.
Avrupa Birliği ne yapacak?
Bu nedenle şimdi Amerika da, diğer gelişmişler de ve en önemlisi Ortadoğu halkları da, Türkiye'ye eskisinden farklı gözlerle bakıyorlar.
Daha doğrusu bakmak zorundalar.
Bakalım Avrupa Birliği'nin vizyonsuz ve yabancı düşmanlığı üretmeyi siyaset etmek sanan siyasetçileri, bu yeni bakış açısını, bizim üyelik sürecimize yansıtabilecekler mi?
Bu coğrafyada çok partili demokrasiye sahip olmak ve onu yaşatmak gibi bir başarıyı yakalayabilen Türkiye'ye eskisinden farklı yaklaşabilecekler mi?