Libya'daki ilk kitle eylemine 1971'in Nisan'ında tanık olmuştum.
Kaddafi'yle söyleşi yapmak için bir haftaya yakın süredir Trablus'ta bekliyordum.
Bir öğleden sonra sahil yolunda yürümekteydim.
Birden sloganlar atan, bağıran çağıran yüzlerce insan karşıdan kopup geldi.
Hemen yakındaki Türk sefaretinden bir tercüman alıp, peşlerine düştüm.
Meğer bunlar kamyon şoförleriymiş. Bir gün önce Devrim Konseyi kamyonlar için zorunlu trafik sigortası getirmiş. Bunu protesto ediyorlardı.
O kalabalık sahil yolunun hemen arkasındaki "Başkanlık Sarayı" diye bilinen üç katlı büyükçe villaya girdiler. Camları kırdılar, içerideki eşyaları pencerelerden dışarı attılar.
Derken Aziziye Kışlası'ndan bir haber geldi.
Bizim için önemli bir ülke
Devrim Lideri ve Devlet Başkanı Kaddafi şoför kardeşlerini zorunlu trafik sigortası kararı ile mutsuz ettiği için bütün görevlerini bıraktığını ve çöldeki çadırında inzivaya çekileceğini duyuruyordu.
O bağırıp çağıran ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nı tahrip eden kalabalıktaki insanlar, bu haber üzerine ağlamaya, feryatlar atmaya başladılar.
Derken yeni bir haber geldi.
Buna göre Kaddafi görevlerini bırakmaktan vazgeçmişti. Ayrıca zorunlu trafik sigortası kararı da geri alınmıştı.
Kamyon şoförleri bu haber üzerine eylemlerini bıraktılar. Sakin ve sessiz biçimde evlerine döndüler.
Libya'da bugünlerde olan olayları ve özellikle Bingazi kentinden gelen kanlı haberleri izlerken bu ülkeye de, Kaddafi'ye de, Mısır'dan ve Mübarek'ten farklı baktığımı hissettim.
Libya Türkiye'nin ekonomisinin dışa açılmasına bir nevi laboratuarlık eden bir ülke.
İlk deneyimlerimiz
İhracatçılarımız, müteahhitlerimiz ilk deneylerini Libya'da yaşadılar.
Bugün de sayısız şirketimiz ve on binlerce emekçimiz Libya'da çalışmaktalar.
1980'lerin başındaki ikinci Libya ziyaretimde buldozerler, çöle binlerce melamin tabağı gömüyorlardı.
Meğer bizim ihracatçı girişimcimiz Libya'ya gönderdiği tabakların üzerine o sırada Kaddafi ile kavgalı olan Mısır Devlet Başkanı maktul Sedat'ın resimlerini koymuş.
Hayatlarında betebe ile kaplı Şişli apartmanlarından öteye inşaat yapmamış müteahhitlerimiz yurtdışı taahhüt için banka teminatı almayı, yurtdışında Türk işçisi istihdam etmeyi, yabancı müteahhitlerle rekabet etmeyi Libya'da öğrendiler.
Bunun gibi 1974 Kıbrıs Harekâtı'nda, askeri uçaklarımızın eksiklerini Kaddafi Libya'sı sağlamıştı.
İyi ki petrolümüz yokmuş
Bütün bunlar tabii ki Libyalıların yaşadıklarını unutturmamalı ve Kaddafi'yi haklı görmemize de sebep olmamalı.
1969'da Kral Sunusi'yi devirip Kaddafi Hanedanı'nı getiren bu model dünyadaki benzerlerinden farksız... Küba'nın Castro'su, Kuzey Kore'nin Kim'leri, Aliyev'ler, Esad'lar da bu modeli temsil etmiyorlar mı sanki?
Ama Libya'nın Türkiye için gerçekten dost bir ülke olduğunu da unutmayalım.
Bu petrol ne garip bir madde.
Demokrasiye sahip ülkelerde petrol çıkınca o ülkelerde kitlesel refah artıyor, ekonomi canlanıyor.
Demokrasi yoksunu ülkelerde ise petrol kazançları despotik yönetimleri fonluyor ve bu gelirlerin çoğu silah alımlarına gidiyor.
Neredeyse "İyi ki Türkiye'de petrol yokmuş" diyeceğimiz geliyor.
Unutmayalım.
27 Mayıs askeri darbesi ertesinde Hazine'de para kalmadığı için Türkiye'nin devlet memurlarının maaşlarını Amerika Cooley Fonu'ndan ödemişti.
Eğer Türkiye petrol zengini bir ülke olsaydı belki 27 Mayıs bin yıl sürerdi...
Libya'da petrol bu rejimi 1969'dan beri taşımıyor mu?