Hepimiz dünyayı gezdiklerini zanneden ama aslında bir oteller zincirinin çeşitli ülkelerdeki otellerinde konaklayıp göçen
Amerikalı turistlere benziyoruz.
Onlar farklı ülkeleri gördüklerini sanırlar ama gittikleri ülkenin havasını veren aynı otelleri görürler, alışık oldukları lezzetleri yeniden tadarlar, sevdikleri müziği uzak coğrafyalarda da dinlerler.
Biz de hem dünyayı hem kendimizi öyle tanıyoruz.
Bunun nedeni bilginin de, haberin de "Kültür emperyalizmi" denilen olgunun kısır döngüsünden çıkamamasıdır.
Mesela günlerdir Mısır hakkında konuşup yazıyoruz.
O Mısır ki Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde yüzlerce yıl kalmış bir ülke.
Ama Mısır hakkındaki bilgileri ve haberleri Batı'nın haber ajanslarından ve medya kuruluşlarından alıyoruz.
Enver Sedat'ın Devlet Başkanı olduğu dönemde bir gazeteci olan kız kardeşi Sakine, Kahire Konservatuarı'nın müdürü ile evliydi.
Tanburi Cemil Bey
Bir akşam onların evinde konuktum.
Konservatuar'ın müdürü olan ev sahibi yanıma geldi ve "Ben eşimi Türklerden kıskanırım" dedi.
"Bir tatsız durumla mı karşılaştınız" diye sordum.
Güldü.
- Çünkü benim eşim Tanburi Cemil Bey'in Şedd-i Araban Peşrevi'ni her dinleyişinde ağlar, dedi.
Şimdi bir düşünün.
Tarih, kültür ve din ortaklığımız olan Mısırlıların dinlediği müzik hakkında bizim hiç bilgimiz var mı?
Mesut Cemil'in Bağdat Konservatuarı'nda çalışmış olmasının kültürel açıdan bir anlamı yok mudur?
Onların Safiye Ayla'sı, Münir Nurettin'i olan Ümmü Gülsüm'ü (Ummm Kulthum), Abdel Halim Hafez'i hiç merak edip dinledik mi?
İçe dönük yaşıyoruz
Amr Diab'ın "Habibi"si bize bir şey ifade ediyor mu?
İçe dönük yaşamanın ve bir dönem bizim dünyamız da olan coğrafyaya ait bilgileri Batı'dan almanın sonuçları bu işte.
Bir ülke sadece siyasi gelişmeler veya ayaklanmalar dolayısıyla mı yarım yamalak bilinmelidir?
Rahmetli Necmi Rıza Ahıskan'ın yorumundan benimsediğimiz "Ada Sahillerinde Bekliyorum" u bir İstanbul türküsü sananlar, bu besteyi Sabah Fakhri'den "Kadouka El Mayas" diye dinlemeyi de deneseler hoş olmaz mıydı?
Bütün bu söylediklerime ulaşmak internet sayesinde an meselesi.
Şimdi "Müslüman Kardeşler"le Mısır yönetiminin diyaloga girdiği haberleri var gündemde.
Siyasal İslam'ın da simgelerinden olan bu örgütün 1966'da idam edilen ideologu Seyyid Kutb kitlelerin yönetimlere karşı ayaklanma hakkını (Cihad) kuramlaştırmıştı.
Tek ayaklı kültür
Tanrı'nın emirlerine uymayan yönetimlere karşı ayaklanma hakkını Orta Çağ sonunda ele alan Katolik Akina'lı Thomas'ın öğretisini biz Hukuk Fakültesi'nde okuduk.
Ama o eğitimin dışındaki bilgiye ulaşmayı denemeyenler ne Kutb'dan, ne de İran'ın Şeriati'sinden haberdar oldular.
Bunun gibi "Sivil İtaatsizlik" ya da "Pasif Direniş" denilince Hindistan'ın Gandi'sini, Amerikalı siyahların Martin Luther King'ini biliriz de, Mısır'da 1919'da Saad Zahlul liderliğindeki Wafd Partisi'nin İngiliz sömürgeciliğine karşı dünyadaki ilk başarılı pasif direnişi gerçekleştiğini bilmeyiz.
Aslında bizim kendi coğrafyamıza karşı böylesine uzak ve umursamaz olmamıza kızmak da fazla anlamlı değil.
Washington'un penceresi
Çünkü bırakın Mısır, Suriye veya İran hakkında bilgi sahibi olmayı...
Kendi tarihimizi de ideolojik eğitimin sınırlarını aşarak öğrenebildik mi?
Gönül Paçacı'nın yazdığı "Osmanlı Müziğini Okumak" kitabından öğrendim.
17'nci yüzyılda Lehistan'dan esir edilip İstanbul'a gönderilen ve adı Ali Ufki olan Bobowski o dönem Osmanlı bestelerini Batı notası ile yazmış.
Ancak bunlar Osmanlı kültürüne uyumlu olsun diye sağdan sola yazmış notaları.
Neyse... Kaldığımız yerden devam edelim.
Ankara'yı da, Kahire'yi de Washington üzerinden anlamaya çalışmıyor muyuz?