Hukukun çok temel bir özelliğini sık sık unutuyoruz.
Hukuk mantık değildir.
Hukuk kuralların dünyasıdır.
Yasalar mantığın gereği olarak yapılmaz, toplumsal gereksinmelere cevap vermek için yapılır.
Bütün mesele yasalar önünde herkesin eşit konumda olmasıdır.
Yasaları yapanların ve devletin de bu yasalar karşısında eşit konumda olmaları durumunda, hukukun üstünlüğünden söz edebiliriz.
Bir diğer önemli mesele de bu yasaların aynı fiillere farklı zamanlarda da uygulanabilir olmalarıdır.
Biz Türkiye'de bu temel ilkelerin dışındaki durumlara sık sık tanık olduğumuz için, hukuku tartışırken de kavram kargaşalarına düşeriz.
Yasaları genel hükümleri ile değil, bizim mantığımıza aykırı gelen yanları ile eleştiririz.
Kavram kargaşaları
20'nci yüzyılın son yarısında Yassıada Duruşmaları'nı izlemiş bir toplumun fertleriyiz.
Neticede 1960'ların başında darbe ile devleti ele geçirmeye çalışan Talat Aydemir'in ilk girişiminde affedildiği zaman da, ikinci girişiminde idam edildiği zaman da aynı yasalar vardı.
"Yazılı yasalar" ile "Yazılı olmayan yasalar" arasında kalmış bir toplumda hukuka bakış açısının sağlıklı olması tabii ki mümkün değildir.
Bilinçaltımıza yerleşmiş bu tür bilgilerle, bugünün benzer durumları için de kendi mantığımıza uygun gelen eleştirileri seslendiririz.
Veya cezaevlerindeki bütün tutukluları etkileyecek yeni bir yasa maddesini, sadece "Silivri" tutukluları açısından ele alırız.
Oysa hüküm giymeden cezaevlerinde 3 yılı aşkın süredir bulunan 57 bin sanık vardır.
Silivri öncesinde de
Silivri öncesinde de tutukluluğun hüküm yerine geçtiği acı gerçeğini görmezden geliriz.
Tabii ki "Kuvvetler Ayrılığı" ve "Yargı bağımsızlığı" çok temel ve doğru ilkelerdir.
Ama yargının sağlıklı işlememesi halinde yargı bağımsızlığı ayıpların görmezden gelinmesinden ve hukuka ilişkin sloganlar atılmasından başka ne işe yarar ki?
Dün NTV'de Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in son tahliyeler üzerine yaptığı açıklamadan bir bölümü hatırlayalım.
- Bir davanın ağır ceza mahkemesinde ortalama bin 622 günde bitirildiğini, bu davanın ilk derece mahkemesindeki yargılama ve savcılık soruşturmasının 580 günde bitirildiğini, aynı dosyanın da 1042 gün yüksek yargıda beklediğini anlatan Adalet Bakanı Ergin, bir dava dosyasının ortalama 473 gün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda beklediğini, dosyanın ilgili ceza dairesinde de 399 gün kaldığını vurguladı.
Ağır iş yükü
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker Adalet Bakanı'nın bu açıklamasına verdiği cevapta Yargıtay'da bir yılda 800 bine yakın karar çıktığını, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olmadığını vurgularken şöyle konuştu: "- Adalet Bakanı herhalde Yargıtay'ın ne şekilde, nasıl özveriyle çalıştığını, gece gündüz, bayram, tatil demeden nasıl çalıştığını bilmiyor. Yargıtay'da zaten tutuklu dosyalarına öncelik veriliyor, bu dosyalar öncelikle görüşülüyor.
Ama dosya sayısı o kadar fazla ki, öncelik de verilse zaten bunların incelenmesi ayları, yılları buluyor.
Mesele öncelik verilip verilmemesinden kaynaklanmıyor, mesele davaların bir an önce sona ermesini sağlamak.
Makul bir sürede, çok kısa bir sürede güvenli bir şekilde davaların sona ermesini sağlamak. Bu iş yükü sorunu halledilmedikten sonra bunun önüne geçmeniz mümkün değil."
Bütün bu açıklamaların sonunda şu andaki yargıya ilişkin öncelikli sorunun bağımsızlık değil "İş yükü" olduğunu herhalde söyleyebiliriz.
Hukuk, adalet ve yargı gibi konular üzerinde çeşitlemeler yapmak kolaydır.
Bereket bizim için en üst "Kanun Yolu" olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, çeşitlemelere değil hukukun gereklerine uyulup uyulmadığına bakıyor.