Çocukluğun ve hatta ilk gençlik yıllarının en büyük sorunlarından bir tanesi "Can sıkıntısı"dır.
Bir küçük çocukla baş başa kaldığınızda onu oyalamak için oyunlar icat edersiniz. Ama sonunda tükenip bir ara verirsiniz...
O anda çocuğun "Canım sıkılıyor" demesi kaçınılmaz gibidir.
Kendini oyalaması için de, dış dünyayı anlaması için de mutlaka bir yetişkinin yardımına ihtiyaç duyması, gerçekten can sıkıcı bir durumdur.
Üniversite yıllarımda bunun benzeri bir duruma sınıf arkadaşım olan genç bir kızda rastlamıştım.
İkimiz de 20'li yaşların arifesindeydik.
Bir ders günü sonrası önce Beyoğlu'nda bir sinemaya gittik.
Yeni dalga Fransız filmlerinden birini izledik.
Canı sıkılmış
Sonra da 1960'larda çok moda olan bir self-servis kafeteryada yemek yedik.
Yemeklerimiz bitmişti. Masa başında karşılıklı oturuyorduk.
Kız arkadaşım masanın üzerindeki tuzluğun ve biberliğin kapaklarını açtı... Tuzu ve biberi masanın üzerine döküp bir kürdanla bunları karıştırmaya başladı.
Masaların arasında dolaşan garson biz ters ters bakıyordu.
"Neden böyle yapıyorsun" diye sorduğumda da "Canım sıkılıyor... İzlediğimiz film çok bunaltıcıydı" dedi.
Yetişkinlerden bazı canı sıkılanların neden canlarının sıkıldığını çok sonraları anladım.
Dış dünyayı anlamak için çaba harcamadıkları gibi, kendilerine yeterli de değildiler.
Siyaset gibi, tarih gibi, sanat gibi, toplumsal yaşam gibi çok karmaşık olgular üzerinde yeterli bilgi edinmeden onlarla karşı karşıya bulunmak bir yandan sıkıştırır onları.
Bir pişmanlık nedeni
Bir yandan da kişilikleri ile içinde bulundukları veya bulunmak zorunda oldukları ortam arasındaki çelişkiler de onların canlarını sıkar.
Woody Allen'in böyle durumdakileri iğneleyen "Hayattaki tek pişmanlığım başka bir kişi olmamamdır" şeklindeki sözünü belki hatırlarsınız.
Modern çağlarda zaman ne kadar hızlanmış olsa da, kişiliği ve kalıcı kültürü oluşturma sürecini fazla hızlandırmak pek mümkün değildir.
Bu durumu yine Woody Allen'in şu iğnelemesini alıntılayarak anlatmaya çalışayım.
-Hızlı okuma kursuna gittikten sonra Tolstoy'un "Savaş ve Barış"ını okudum. Kitap Rusya hakkındaydı...
Sonuçta can sıkıntısını "Onu beğeniyorum, bunu beğenmiyorum" içerikli ve dedikodu ağırlıklı söylemlerinizle dışa vurursunuz.
Sonunda yaşlanırsınız
Bir dönem mizah dergilerinde "İdrardan karakter tahlili" benzeri köşeler vardı.
Yetersizlikleri dolayısıyla canı sıkılanlardansanız, yaşamın her alanına ve adı bilinen her kişiye dönük bu yönteme dayalı tahliller yapmaya başlarsınız.
Yıllar böylece geçer.
Yaşlanırsınız ve doğal olarak olgunlaşırsınız.
İçine itildiğiniz çevrenin yonttuğu kişiliğiniz yerleşik hale gelir.
Ve bir gün bakarsınız ki sizin eski halinizi hatırlatan canları sıkılmış yeni kuşakların sesleri duyulmaktadır.
O zaman "Nerede o eski günler?... Bizim zamanımızda gençler böyle değildi" şarkısını söylemeye başlarsınız.
Ve belki bugün benim yaptığım gibi Woody Allen'in sözlerinde aramaya başlarsınız gerçeği.
Belki de şu sözlere takılırsınız:
-Dünyada iyi ve kötü insanlar vardır. İyi insanlar çok rahat uyurlar. Ama kötü insanların uyanık oldukları saatleri daha eğlenceli geçer.