Tabii ki Başbakan Erdoğan'ın her söylediğini onaylamak, her görüşünü paylaşmak mümkün değildir.
Örneğin muhalefet sözcülerinin konuşmalarındaki sert ve zaman zaman ölçünün kaçtığı üsluptan şikâyet ederken, kendisinin de çok farklı bir çizgi izlemediğini söylememiz gerekiyor.
Aslında CHP ve MHP sözcülerinin sertlikte ve kırıcılıkta tırmanan üsluplarının nedeni anlamak mümkün.
Bunların özünde siyasi yetersizlik ve bir başka deyişle "Seçim kazanamamak sendromu" var.
Bir ülkede herkes "Bu iktidarın alternatifi yok. Önümüzdeki seçimi de bunlar kazanır" diye düşünüyorsa ve üstelik bu iktidar sekiz yıldır tek başına TBMM'deki çoğunluğa sahipse, muhalefet sözcülerinin sert ve kırıcı üsluplarını anlamak daha da kolaylaşır.
CHP yönetiminin yüzde 20'ler bantındaki oy oranını koruma çabaları ve MHP yönetiminin seçim barajının altına düşmemeye dönük var olma mücadeleleri, bu partilerin taraftarlarınca da biliniyor.
Bu sert üslup neden?
Bu durumda Başbakan Erdoğan'ın daha ılımlı konuşmalar yapması ve siyasi rakiplerinin içinde bulundukları durumları anlayıp, onlarla aynı sert üsluptaki polemiklere girmemesi gerekmez mi?
Bir açık oturumda Başbakan Erdoğan'a "Neden sinirli bir görünüm sergiliyorsunuz" diye sorduğumda "Sanki siz televizyon tartışmalarında sinirlenmiyor musunuz" diye cevap vermişti bana.
Ben de "Ama ben Başbakan değilim ki" diye itiraz etmiştim.
Sonra da düşünmüştüm.
Ülkenin ve toplumun sayısız sorunlarının yükünü taşıyan, bütün başarısızlıkların sorumlusu olarak gösterilen ve başarıları da görmezden gelinen bir siyasetçinin tek lüksü sinirlenmek olabilir mi acaba?
Çok partili siyasette başarının nihai ölçüsü olan "Seçim kazanmak" bu siyasetçinin tekelindeyse, bence sinirlenmeden de mesleğini sürdürebilir.
Başbakan Erdoğan'ın paylaşmadığım sözleri ve düşünceleri yanında, tamamen katıldığım gözlemleri de var.
Doğru gözlemler
Bunlardan bir tanesini dünkü AK Parti grup toplantısında seslendirdi.
Muhalefetin ve muhaliflerinin tutumlarına ilişkin olarak şunları söyledi:
"-... Bu ülkede yıllarca cumhur seçkinlerin resepsiyonlarına giremedi. Cumhurla hiçbir zaman aynı sofrayı paylaşmadılar, paylaşamadılar. Ne zaman ki o duvar yıkıldı, ne zaman ki AK Parti iktidarıyla cumhuriyet cumhurla kucaklaştı bu sefer de bu beyefendiler o resepsiyonları boykot etmeye başladılar.
-... Keşke bizim yüzde 42'yi anlamak için gösterdiğimiz çabanın onda birini bunlar yüzde 58'i anlamak için gösterseler. İnanın o zaman muhalefetin de demokrasinin de Türkiye'nin de seviyesi bugünkünden çok daha farklı bir yerde olacaktır."
Bence bu gözlemler kaçınılmaz gerçeği yansıtmakta.
Gerçekten de "Beyaz Türkler" kendilerinin ne olduğunu anlatmak yanında, kendileri gibi olmayanların da kimler olduklarını ön yargısız ve saplantısız biçimde anlamaya çalışsalar, Türkiye'nin sosyo-politik ortamı inanılmaz ölçüde yumuşayacaktır.
Siyasette azınlık kadar çoğunluğun da önemli olduğu gerçeği belki kabul edilecektir.