Başbakan Erdoğan önümüzdeki genel seçimlerin haziranda olacağını açıkladığına göre, önümüzdeki dönemde siyasetin sadece iktidarla muhalefet arasındaki çekişmelerden ibaret olmadığını göreceğiz.
Özünde siyaset de spor gibidir.
Bir kişinin kazanması için yarışmadaki bir başka kişinin kazanmaması gerekir.
Bu parti içi ilişkiler için de geçerli olan bir gerçektir.
Şimdi önümüzde partilerin milletvekili adaylarının belirleneceği bir dönem var.
Mevcut milletvekillerinin yerine geçmek için bekleyen "Değiştirme birlikleri" her ilde ve örgütün her katında hazırlıklarını sürdürmekteler.
İktidardaki partinin hükümetinde bir bakan olabilirsiniz. Herhangi bir partide lidere en yakın kişi de olabilirsiniz.
Ancak aday listelerinin açıklandığı güne kadar, yeniden milletvekili olacağınız kesin değildir.
Milletvekillerini, aday adaylarını, partilerin yönetim kadrolarında yer alanları, belediye meclislerinin üyelerini ve adaylarını ve hatta muhtarları da birlikte ele aldığınız takdirde, Türkiye'de seçimle bir makama gelen ya da gelmeyi hayal eden 2 milyonu aşkın profesyonel siyasetçinin var olduğunu hesaplayabilirsiniz.
Parti içine dönüş
Bir siyasetçi için mesleğin nirvanası, milletvekilliğidir.
Parti genel başkanlığı ve başbakanlık falan ancak çok dar bir kadro için söz konusudur.
Neticede seçime uzanan süreçte siyasetçiler rakip partileri unuturlar ve kendi partilerinin içindeki rakiplerine yönelirler.
Bu süreçte kimse yerinden emin değildir.
Partilerin yerel örgütleri, o ilden daha önce seçilen milletvekilinin, Ankara'ya gidince kendilerini unuttuğundan şikâyetçi olurlar.
Yerel örgütte parlayan yeni siyasetçi, kendisini destekleyen örgüt mensuplarını kulis yapmaları için Ankara'ya yollar.
İki seçim arasında geldiği ile fazla uğramayan milletvekili, bu dönemde hemşerilerine yönelir.
Bu Türkiye'de de, dünyanın diğer demokratik ülkelerinde de böyledir.
Geniş anlamı ile değerlendirildiğinde biz seçmenler, aslında seçici değil oyalayıcıyız.
Milletvekili adayları kıran kırana geçecek bu belirleme süreci sonunda oylarımızı isteyecekler.
Rolümüzü abartmayalım
Onların listelere girmelerini de listedeki sıralarını da biz belirlemeyeceğiz.
Nihai kararı önce parti örgütleri ve yetkili kurulları sonra da liderler verecek.
İşte bu süreçte rakip partilerle sadece liderlerin ilgileneceğini, partililerin ise kendi partilerinin içine döneceklerini bilelim.
Bu arada medya olarak da kendi etkimizi bu süreçte de abartmaktan kaçınalım.
Kartel medyasının başbakanları belirlediği, hükümetlere bakan verdiği, bordrolarından milletvekili olmaları için adam gönderdiği günler geride kaldı.
Başbakan'ın basınla yaptığı toplantıdaki Fatih Altaylı'nın sorusu ve Erdoğan'ın buna cevabı, bu yeni döneme ışık tutabilir.
Hatırlatayım:
Soru- Sayın Başbakan, kahvaltı için teşekkür ederiz. Konuşmanızda dediniz ki, 1994'ten beri medya bana karşı. Ama medyanın karşıtlığına rağmen siz bu noktadasınız. Demek ki, medyanın karşıtlığı size bir zarar vermiyor. Tam aksine halk size destek veriyor. O zaman medyaya niye bu kadar kızıyorsunuz? Belki de medyanın karşı olması size güç veriyor. Siz kızınca gazeteciler kendini kötü hissediyor. Kırılıyor, ürküyor, tedirgin oluyor.
Eleştiri ve hakaret
Cevap- Ben medyaya kızmıyorum. Eleştiriye kızmıyorum. Ama yalan, hakaret, iftira, gerçeği yansıtmayan şeyler yazılıyor. Ben buna kızıyorum. Ama bunun karşısında bir şey de yapmıyorum. Onlar beni eleştiriyor, bırakın ben de onları eleştireyim. Zaten çok ağırıma giderse dava açıyorum.
TEŞEKKÜR NOTU: Geçen haftaki bir yazımda "Kenarın dilberi ne kadar uğraşsa nazende olamaz" cümlesi geçiyordu.
Sevgili Murat Bardakçı bunun şair Nabi'nin beytindeki özgün söylenişini hatırlattı bana...
Şöyle:
"Bilen hak-i Sitanbul'dur rüsumu-ı şive vü naz
Kenarın dilberi nazik de olsa nazenin olmaz"
Bardakçı'ya katkısından ötürü teşekkür ediyorum.