Sadece duyduklarımız ve hatırlayabildiklerimiz tarih bilincinin oluşmasına yetseydi, işimiz çok kolaylaşırdı. "Tarih"in çok basit bir şey olmadığını kanıtlayan bir örnek vereyim...
Hepimiz 2'nci Mahmud'un "Vaka-i Hayriye" diye bilinen eylemi ile savaş sanatını icra etmek yerine sürekli kazan kaldırıp darbeler yapan Yeniçerileri 1826'da nasıl tasfiye ettiğini biliriz.
Öyle bir tasfiye olmuştur ki Vaka-i Hayriye, öldürülen yeniçerilerin mezarlarına taş dikilmesine bile izin verilmemiştir.
- 2'nci Mahmud, Yeniçerilerden sonra kimleri tasfiye edilecekler listesine yerleştirmiştir?
- Bu Padişah daha sonra bir fermanla İstanbul'daki bütün sokak köpeklerini toplatmış ve hepsini Hayırsız Ada'ya sürmüştür.
Bu bilgiyi edindikten sonra şu soru aklınıza gelmez mi?
- Daha sonra Osmanlı'da bir tane bile Yeniçeri kalmadı. Ama İstanbul'da hâlâ sokak köpekleri var. Bu nasıl oluyor?
İnsanlar ve köpekler
Meğer İstanbul'un sokak köpekleri bu sürgünü kabul etmemişler. Hepsi birden denize atlayıp tekrar İstanbul'a dönmüşler.
İstanbul halkı da köpeklerin sürgününe karşı tepkiler seslendirmekteymiş.
Sürüler halinde yüzerek dönen köpekler halk tarafından sevinç gösterileri ile karşılanmış.
Padişah da fermanını yok saymış ve İstanbul'un sokak köpekleri böylece Yeniçerilerle aynı kaderi paylaşmamışlar.
Bu olay tarihimizde hayvanların ve insanların taşıdıkları ağırlığa ışık tutmaz mı?
Gelelim hâlâ varlıklarından kuşku duyduğumuz hukuk ve adalet anlayışının geçmişimizdeki durumuna.
Fetih'ten iki yıl önce "Bizans çökecek" kehanetini seslendiren Rum papazları, İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet huzuruna getirtmiş.
Adalet varsa sorun yoktur
Onlar Fatih'e "Biz kehanette bulunmadık. Bizans öylesine köhnemişti ki hukuk ve adalet yok olmuştu burada. Çöküntü kaçınılmazdı" demişler.
Fatih de onlara 5000 kuruş harçlık vermiş. Osmanlı topraklarını dolaşmalarını ve hukuk ile adaletin bu topraklardaki durumunu incelemelerini istemiş.
Yolculuklarında bir köydeki duruşmaya rastlamışlar.
Dava konusu olayda bir köylünün 100 kuruşu peşin, 200 kuruşu vadeli, toplam 300 kuruşa satın aldığı at hastalıklı çıkmış. Ama atı satan bunu geri almayı ve peşin aldığı 100 kuruşu geri vermeyi reddetmiş. Ayrıca borcun da vadesi gelince ödenmesi gerektiğini söylemiş.
Sorunu çözmesi için kadıya gitmişler. Kadı hamamda olduğu için dava başvurularını ertesi güne bırakmışlar.
Hasta at o gece ölmüş.
Böyle kadı varken...
Ertesi gün kadıya gitmişler.
Kadı tarafları, iddialarını ve taleplerini dinledikten sonra bir kutu çıkartmış kürsüsünün altından. Bu kutudan 100 kuruş alıp satın aldığı at ölen köylüye vermiş. Atı satan köylüye de 200 kuruş vermiş.
Davayı izleyen papazlara da bu davranışının nedenini şöyle anlatmış:
- Dün bunlar beni bulsalardı şeriat doğrultusunda adil karar verebilirdim. Ama ben burada olmak yerine hamamda olduğum sırada at öldüğü için şimdi doğru karar vermem mümkün değil. Benim hatam sonucu doğan durumun bedelini ben ödemek zorundaydım.
Papazlar İstanbul'a dönünce Fatih'e gitmişler ve "Adalet bizim tanık olduğumuz şekilde tecelli ettiği sürece Osmanlı çökmez" demişler.
Not: Bu bilgileri Amerikan diplomatı Cox'un "İstanbul Anıları/ 1885-1887) kitabından aktardım.