Benim merak ettiğim konu CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun Gediktepe'deki mevzide ayakta mı duracağı ya da çömeleceği mi değil.
Ben Kılıçdaroğlu'nun "Demokratik özerklik" konusundaki tutumunu merak ediyorum.
Çünkü Kürt Realitesi'nin içerdiği sorunlara çözüm üretme arayışlarında bir kilitlenme var. Bu kilitlenme, her konuda olduğu gibi sorunların büyütülerek kriz stokuna atılması ile sonuçlanabilir.
Neticede Avrupa Birliği'ne üyelik meselesini de, Kıbrıs'a kalıcı siyasal çözümü de, çözümsüz biçimde kuşaktan kuşağa aktarmıyor muyuz?
Bırakalım Güneydoğu'ya demokratik çözüm üretmeyi.
Sanki Ankara'nın batısına da, doğusuna da demokratik bir anayasa sunmayı mı başarabildik?
Neticede Kılıçdaroğlu, Gediktepe'den Güneydoğu'yu askeri çözümün bakış açısından görecektir. Bu bakış açısı çömelerek de ayakta durarak da değişmiyor.
Oysa artık biliyoruz.
Öcalan realitesi
"Kürt Realitesi" gibi bir de "Öcalan Realitesi" var siyasetin gündeminde.
Örneğin CHP'nin artık sahibi olduğu zannedilen Deniz Baykal gidiyor ama Öcalan İmralı'daki makamında yönetimi hiç bırakmıyor.
Düşünün ki Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye teslim edilmesinin seçim zaferi kazandırdığı DSP ve MHP, bir dönem sonra seçim barajı altında kaldılar.
Türkiye'de Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, hükümetler ve siyasetler değişti.
Ama Kürt Realitesi'ni PKK'dan soyutlamak konusu tartışıldığı zaman ve "Muhatap kim olmalı" sorusu gündeme geldiğinde, Öcalan adı mutlaka telaffuz ediliyor.
Dünkü Taraf'ta Rasim Ozan Kütahyalı, Öcalan'ı "Muhatap" olarak kabul edip onunla görüşen asker bürokratların listesini vermişti.
Bu açıdan Obama da, Barzani de Öcalan'dan daha etkili değiller.
Burada sorulması gereken bir temel soru var.
Şöyle olmalı bu soru:
- İnsanlar neden siyasete girmek ve iktidar olmak isterler?
Resmi ideoloji ve siyaset
"Resmi İdeoloji"nin belirlediği yetki sınırları içinde siyaset de iktidar da "İcraat" açısından belirli alanların dışına çıkamazlar.
Mesela ancak askeri darbelerin yönetiminde yeni anayasalar yapılabilir.
Yargı ancak sivil yönetimlerin anayasa çalışmalarını engelleyebilir.
Daha somut yazayım.
20 yıl öncesine dönüp, 20 Ekim 1991 seçimleri ertesinde kurulan ve Demirel'in Başbakan, Erdal İnönü'nün de Başbakan Yardımcısı olduğu "DYP-SHP Koalisyon Protokolü" nden iki paragrafı hatırlatayım.
"- Hükümetin önünde bulunan "sorunlar tablosu" çözümü bulunan, ama zorluğu tartışılmaz olumsuzluklarla doludur. Her gün ülkenin pek çok yerinde etkisini gösteren anarşi ve terör can almaya devam etmekte, güvenlik güçleri mensupları ve masum vatandaşlarımız şehit edilmekte, büyük illerimizde soygunlar birbirini izlemekte, faili meçhul cinayetlerin sayısı artmaktadır.
Dön baba dönelim
- Ülkemizin, günümüz siyasal, sosyal ve ekonomik koşullarını dikkate alan, sivil toplumun gelişmesini amaçlayan katılımcı ve tam demokratik bir Anayasa'ya ihtiyacı olduğu kesindir. Zira Türk toplumu, kendisine kabul ettirilmiş ve bu nedenle de, 9 yıl gibi kısa bir süre içinde yaşlanmış ve ülke gereksinimlerinin tamamen gerisinde kalmış bir Anayasa ile yönetilmeye devam edilemez. Türkiye'nin ihtiyacı olan Anayasa, hukukun üstünlüğünü vazgeçilmez ilke sayan, tam demokratik ve çoğulcu sistemi öngören, çağdaş bir Anayasa olacaktır."
Ne dersiniz?
Sürekli "Zaman Tüneli"nde mi yaşıyoruz?