Arkadaşımız Sevilay Yükselir, eski Genelkurmay Başkanı emekli orgeneral Hilmi Özkök'e okul çağında neden "Köstebek" denildiğini, onun ağzından anlattırmış.
Meğer çocukluğunda bir köstebek yakalamış olmasını önüne gelene anlattığı için, sonunda ona "Köstebek Hilmi" diye lakap takmışlar.
Oysa bir diğer emekli orgeneral olan Balyoz sanığı Çetin Doğan "Köstebek Hilmi" lakabını, Hilmi Özkök'ün köstebeklik ettiğini ima eden mecazi bir anlama dayanacak biçimde kullanmıştı.
"Dil"in önemini bir kez daha vurgulayan bir örnek bu.
Bu örnekte Çetin Doğan "Yalan" söylememiş ama bilerek "Yanlış" söylemiş.
Bir nevi iftira teşebbüsüne alet edilmek istenmiş "Köstebek" lakabı.
Kelimelerin ve kavramların böyle çarpıtılarak kullanılmasının sınırı yoktur.
Örneğin askerler arasında geçerli olan "Silah arkadaşı" deyiminin, silahlar darbe veya suikast amaçlı kullanılmak istendiği durumlarda "Suç örgütü arkadaşı"na dönüşmesi gerekmez mi?
Veya Hilmi Özkök kendisine Çetin Doğan'dan söz edenlere "O benim silah arkadaşımdır" diyebilir mi?
Eski Başsavcı Kanadoğlu'nun Van'da yaptığı konuşmayı hatırlayın... Şöyle demişti:
- Şimdiki Anayasa Mahkemesi'nde bir tek hukukçu olmayan üye var. O da başkan. Yeni değişiklikle şartlar oluşursa 13 hukukçu olmayan kişi mahkemeye üye olabilir. Biz bir keçi ile baş edemiyorduk. Şimdi 13 hukukçu olmayan üye ile karşı karşıya kalacağız.
Keçiler ve kuzular mı?
Kendisi için "Keçi" benzetmesi yapılan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın, Kanadoğlu hakkındaki suç duyurusunda da şöyle deniliyor:
- Eski bir yüksek mahkeme üyesinin, 'Hukuk Devleti' konulu bir konuşma sırasında, hukuk devleti için en kutsal varlık olan 'bireyin' ve özellikle bir Yüksek Mahkeme Başkanı'nın onur, şeref ve saygınlığına saldırması, onu bir hayvana benzetmesi, TCK kapsamında açıkça suç oluşturduğu kadar, geçmişte bulunduğu makamların yüksekliği ile de bağdaşmayan bir davranıştır.
Acaba Kanadoğlu "Biz hukukçu üyeler kuzu gibi olduğumuz için Kılıç'ı keçiye benzettim" diye mi savunacak kendisini?
"Meslektaş" da, benim son dönemlerde yerli yerinde kullanmakta zorluk çektiğim kavramlardan biri oldu.
Bir haberde veya bir köşe yazısında, iftiralar, çarpıtmalar, aşağılamalar, özensizlikler ve en hafif deyişi ile saygısızlıklar görüyorsunuz.
Bunların altındaki imzanın sahibi kelime anlamı ile "Meslektaşınız" olsa bile, kelimenin ruhu açısından mesleki ve insani hiçbir değeri paylaşmadığınız bir kişi değil midir?
Gazete satıcısı mı?
Kelimeler böyledir.
Çok genç yaşında Amerika'ya göç eden, orada okula gidip doktor olan bir Anadolu çocuğu, 50'li yaşlarında ilk kez Türkiye'ye gelmişti.
Evimdeki bir davette onu bir gazete patronu ile tanıştırdım.
Amerikalı Türk doktor, gazete patronuna "Ne iş yapıyorsunuz" diye sordu.
Patron "Gazeteciyim" diye cevap verince "Yani gazete mi satıyorsunuz" diye ikinci sorusunu sormuştu.
Aklında kalan Türkçe'deki "Gazeteci" çocukluğunda gazeteleri aldığı gazete satıcısı olarak kalmıştı.
O gazete patronu kendisine neden böyle bir soru sorulduğunu ve kendisinin gazete satıcısı ile karıştırıldığını anlayınca da "Evet gazete satıyorum, ama yalnız benim gazetemi satıyorum" demişti.
Siz hiç "Seni Kapalıçarşı'ya götüreyim" diyen babasına "Çarşı kapalıysa nasıl gidebiliriz" diyen çocuğun hikâyesini duymadınız mı?