Kimi "Can güvenliği" der, kimi de "Yaşamak hakkı"nın kutsallığından söz eder.
Bu açıdan baktığınızda bu coğrafyada can güvenliği de, yaşamak hakkı da en fazla gözetilen kişilerden biri Abdullah Öcalan'dır.
ABD, Öcalan'ı Türkiye'ye can güvenliğinin sağlanması koşulu ile teslim etmiştir.
Öcalan'ın yakalanmasının 10'uncu yıldönümünde (4 Mart 2009) Mehmet Ali Birand "Olay"ı şöyle anlatmıştı Posta'daki yazısında:
"Öcalan'ın takibinde Amerikan üstünlüğü, Nairobi havaalanındaki bir FBI ajanından kaynaklandı. Ajan, Öcalan'ın yan kapıdan çıkarılmasından kuşkulanmış ve takip etmişti. Resmini çekip Washington'a yollayınca, kıyametler koptu.
O dönemde Nairobi'de Amerikalılara karşı büyük bir suikast girişimi olmuş, Kenya hükümeti de FBI'nın havaalanını gözetlemesine izin vermişti. Öcalan işte o ağa takıldı. Ancak, Nairobi'de nerede kaldığını yine önce MİT öğrendi.
Bütün bunlar işin teknik takibiyle ilgili.
Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesi ise, tümüyle Başkan Clinton'un verdiği bir karardan kaynaklanmıştır.
ABD yönetimi, hem Yunanistan'a baskı yapıp Nairobi'deki büyükelçilikten çıkarılmasını, hem de Kenya hükümetiyle anlaşıp, PKK liderinin Türk MİT'inden gelen uçağa teslimini sağladı. Eğer Washington aksi yönde bir karar vermiş olsaydı, Öcalan bugün başka bir yerde yaşıyor olabilirdi."
Takvim yaprakları
Daha sonraki gelişmeleri takvim yapraklarından şöyle izleyebiliriz:
- 29 Haziran 1999: Öcalan yargılandı ve idama mahkûm edildi.
- 15 Kasım 1999: ABD Başkanı Clinton Türkiye'yi ziyaret etti.
- 12 Aralık 1999: Avrupa Birliği, Clinton yönetiminin büyük kampanyası ve bizzat müdahalesiyle, itirazları reddetti ve Helsinki Doruğu'nda, Türkiye'yi AB'ye aday ülkeler listesine aldı. Gelişme büyük heyecan yarattı. Türkiye ilk defa ciddiye alınmış oldu.
- 12 Ocak 2000: DSP-MHP-ANAP, koalisyon ortakları AİHM'nin Öcalan'ın başvurusuyla ilgili dava sonucunu beklemeye karar verdi, infaz durduruldu, idam dosyası TBMM'de donduruldu. Bu gelişme, Kürt sorununda önemli bir aşama sayıldı.
İşte o dönemden bu yana Öcalan İmralı'da müebbet hapis cezasını çekmekte.
Sonuçta bu coğrafyadaki herkes bir terörist saldırısında, bir trafik kazasında veya başka bir olayda "Erken ölüm"ün hedefi olabilir.
Ama Öcalan'ın hayatı bu tür durumlara karşı devlet güvencesi altındadır.
Ayrıca huzursuzluğuna neden olacak her türlü gelişme de terörün tırmanmasına neden olacağı için, yine devlet tarafından her yolla engellenmektedir.
Öcalan'ın kurucusu olduğu PKK'nın terörist eylemlerinden ötürü binlerce insan hayatını kaybederken, Türk-Kürt ayrımı kitleleri huzursuzluğa sürüklerken, ülkenin bütünlüğünü ve farklılıkların birlikte yaşamasını sağlamakla görevli siyasetçiler birbirine hakaretler ederken, Öcalan bunları İmralı'dan izlemekte ve hatta siyaseti yönlendirmektedir.
İşte buna "Siyasetin gerçeği" diyebiliriz.
Siyasetin akışı
Demek yasaklar da, cezalar da, yasalar da siyaseti yönlendiremiyor.
Adnan Menderes'in idamı ile de gördük ki, ölüm bile siyaseti yönlendiremiyor.
27 Mayısçıların yok ettiklerini zannettikleri Demokrat Parti, daha güçlü olarak ve Adalet Partisi adı ile siyasete ve iktidara egemen olmadı mı?
Başbakan Erdoğan "Sayın Bahçeli konuşurken çocuklarınızı televizyondan uzak tutun'' demiş.
Devlet Bahçeli de şöyle cevap vermiş buna:
- Kendisi bizi iyi dinlemiyor anlaşılan. Bu tür polemiklere gerek yok. Ben kalkıp desem ki "Sayın Başbakan'ı, çocuklara tavsiye ediyorum, devamlı seyretsinler. Çocukların Sayın Başbakan'ı seyretmelerinde yarar var. En azından Walt Disney filmlerini seyretmiş kadar neşelenecekleri kanaatindeyim...
Bence çocuklarımıza siyaset tarihinin gerçeklerini ele alan belgeselleri izlettirmeliyiz ki, aynı filmi tekrar tekrar seyredenler toplumu olmak mahkûmiyetinden kurtulalım artık.