Yaşamlarına yön vermek aşamasında bulunan iki gencin tartışmalarına tanık oldum.
İkisi de siyasete ilgi duyuyorlardı ve ilerideki dönemlerde bir partiye katılmayı düşündüklerini söylemekteydiler.
Kendilerine bugünkü siyasetçilerden hangilerinin örnek olabileceğini irdeliyorlardı.
Gençlerden biri şöyle dedi:
- Benim idealim ileride Deniz Baykal gibi olmak. En akılcı ve en hesaplı siyaseti o yapıyor.
Elinin altında sağlam bir şirket gibi sağlam bir parti var. Ne yaparsa yapsın bu partinin sabit oyu yüzde 20 civarında... Böylece hem siyasette ana muhalefet lideri olarak ağırlığını koruyor, hem de iktidar olmayarak hiçbir risk almıyor. İktidardaki partiler ne yaparlarsa yapsınlar bunlara karşı çıkarak siyasi varlığını sürdürüyor.
Diğer genç bu sözlere şöyle itiraz etti:
- Hiç iktidar olmayı beklemeden tüm yaşamını siyasete adamanın ne anlamı olabilir ki?
Bence Baykal da iktidar olmak ve icraat yapmak istiyor ama oy almayı beceremiyor. Hatırla 1995'i... Tansu Çiller Hükümeti ile koalisyona katılıp Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak, Gümrük Birliği'ni gerçekleştirmek için kendisini nasıl ortalara atmıştı. Hatası o koalisyonu bozup erken seçimi zorlamasıydı.
Yıpratıcı bir süreç
İdeal siyasetçi olarak Deniz Baykal'ı gösteren genç, arkadaşının söylediklerini doğru bulmadığını şöyle anlattı:
- Diyelim ki kendine Deniz Baykal'ı değil Recep Tayyip Erdoğan'ı model olarak seçtin. Her konuda icraat yapıyor, Türk siyasetinin tabu konularını açılımlarla aşmaya çalışıyorsun. Ama ne yaparsan yap, toplumun belirli bir bölümünün sana karşı olan önyargısını yıkamazsın. Demokrasiyi zenginleştirmek istesen ya şeriatçılık, ya da bölücülük yapmakla suçlayacaklar seni. Dış siyasette yaptığı her açılımda aynı kesim seni bazen Amerikan uydusu bazen de Amerikan düşmanı olmakla suçlayacak.
Diğer genç arkadaşının sözünü kesti:
- Tamam da, bütün bu gürültü arasında seçmen de seni anlayacak ve iki dönemdir tek başına iktidar yapacak. Siyasete hizmet etmek için giren insanların, yıpratıcı saldırılara bağışıklıkları vardır. Bazı insanlar için yaşamın da, siyasetin de amacı kubbede bir hoş seda bırakmak değil midir?
Bu tartışma biteceğe benzemiyordu...
İki büyük reformcu
Aralarına girdim ve şöyle dedim:
- Kime benzerseniz benzeyin, sizden önce aynı mesleği seçmiş eski siyasetçilerin yaptıklarını iyi değerlendirin. Neticede başarılı da başarısız da olsanız, ne ebediyen iktidarda kalmak, ne de sonsuza kadar yaşamak mümkündür. Kimler siyasete girmiş ve kimler iktidar olmuşsa, hepsi ülkeye hizmet etmeyi amaçlamışlardır. Bunlardan bazıları çok büyük hizmetler gerçekleştirmiştir...
Bir nefes alıp şöyle devam ettim:
- Bana göre Cumhuriyet dönemi Türk siyaset yaşamında iki isim topluma ve devlete yeni ufuklar açmışlardır. Bunların başında Atatürk geliyor. O sade Avrupa için değil çağdaş uygarlık için de gerekli uyum paketinin en büyüğünü açmış ve kaderimizi değiştirmiştir. İkinci büyük değişimin mimarı Turgut Özal'dır. Özal döneminde Türk ekonomisi de, kent yönetimleri de dünya ile aynı titreşim katsayısını yakaladı, organize sanayi bölgeleri ile de Anadolu esnafı tüccar, zanaatkârı da sanayici oldu. Her alanda çağı yakaladık Özal döneminde.
Erdoğan hangi noktada?
Sözlerimin burasında gençler aynı anda "Peki Tayyip Erdoğan'ın bu çizgide yeri ne" diye sordular.
Şöyle dedim:
- Kürt sorunu, Ermeni meselesi ve Kıbrıs Krizi gibi kemikleşmiş problemlere çözüm üretebilirse, AB'ye üyelik yolunda başarılı olur, sivil demokrasiyi yeni bir anayasal zemine oturtabilirse Erdoğan da topluma ufuk açan büyük isimler arasına girecektir... Siyasete girdiği günden bu yana gösterdiği gelişme ve risk alabilme yeteneği, onun sıradan bir siyasetçi olmadığını kanıtlıyor.