Ecevit ile Erbakan 1974'te CHP-MSP koalisyonunu kurdular.
Bu dönemde İsmail Cem TRT Genel Müdürü oldu. Ben de Cumhuriyet gazetesindeki dış politika yazarlığından ayrılıp, TRT Haber Dairesi'nin başına geçtim.
Tek kanallı ve tek sesli TRT televizyonunun ve radyosunun bizim yönetimimizde olması, muhalefetteki Adalet Partisi'nin, Demokratik Parti'nin ve Feyzioğlu'nun Güven Partisi'nin öfkeli tepkilerine neden olmuştu.
Bir gün TBMM Genel Kurulu'ndaki basın bölümünden görüşmeleri izliyordum.
Gündem dışı söz alan DP milletvekili Rasim Cinisli kürsüye geldi.
Polisten kaçan teröristlerin TRT'ye sığındıklarını söyleyerek basın bölümünü işaret etti ve "Bunlardan biri olan Mehmet Barlas şu anda bu çatı altında bulunuyor" dedi.
Rasim Cinisli'yi üniversite yıllarından tanıyordum.
Ben Talebe Federasyonu'nda (TMTF) görev yaparken o da Talebe Birliği (MTTB) kadrolarındaydı.
Siyasal bakış açılarımız farklıydı. Ama bu uygarca diyalog kurmamıza engel değildi.
Onun kürsüden asılsız suçlamalarla beni hedef almasını hayretle izlerken, Cinisli'nin nasıl bu kadar farklı bir insan olduğunu kendi kendime sorguluyordum.
O kürsüden inince ben de basın bölümünden çıkıp, milletvekillerinin oturdukları koridora (veya kulise) çıktım.
Ankara siyaseti
Birazdan Cinisli de Genel Kurul'dan kulise çıktı.
Yanına gittim,
-Kürsüde neler söylediğinin farkında mısın bilmem... Hepsi yalan ve yanlıştı. Ama sen bunu bile bile ve beni işaret ederek bunları söyledin. Neden böyle yaptın, diye sordum Cinisli'ye.
Gülümsedi ve şu cevabı verdi bana:
-Barlas sen bunu anlamazsın. Ankara'da siyaset böyle yapılıyor!
Belleğim buna benzer deneyimlerle dolu olduğu için, "Kürt Açılımı" üzerinde yapılan tartışmalarda kullanılan ifadeler beni hiç şaşırtmıyor.
Bu açıdan mesela Devlet Bahçeli'nin açılımı eleştirmek için kullandığı kelimelerin ve kavramların da "Ankara Siyaseti"nin gerektirdiği öğeler olduğunu biliyorum.
Bahçeli'yi yakından tanıyanların bana anlattıkları kişilik ile onun bağıra çağıra yaptığı suçlamalardaki ifadelerin birbirlerini tutmadıklarını da görüyorum.
Deniz Baykal'ın bu konuda Bahçeli ile yarışa girmesini de Ankara siyasetinin sebep olduğu deformasyonlardan biri olarak görüyorum.
Örneğin dün Şamil Tayyar Star'daki yazısında Abdullah Öcalan'ın ölüm cezasından kurtulduğu süreci hatırlatmak için 25 Haziran 2002 tarihinde Bahçeli'nin Hürriyet'e verdiği demeci köşesine almış ve şöyle yazmıştı:
Bahçeli ve Öcalan
-Bahçeli, Apo'ya karşı idam sözüne hep sadık kaldı. 25 Haziran 2002 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde çıkan şu demecini okuyalım: "Biz ölüm cezalarının uygulanmayacağı yolunda bir moratoryum ilan ettik.
Buna sadığız." Hürriyet soruyor: "Peki bazı milletvekilleri seçim ortamının da etkisiyle 'getirin şu dosyayı Meclis'te oylayalım' derse ne olacak?" Bahçeli'nin cevabı: "Elbette imzamıza sadık kalacağız." .
Hep yazar ve söylerim.
Türkiye'deki siyasi partilerin arasındaki temel fark, iktidarda veya muhalefette olmalarından kaynaklanır.
Bir gün siyasetteki Ankara geleneği değişir ve ülkenin istikrarından ve güvenliğinden muhalefetin de sorumlu olduğu anlayışı ağır basarsa, bütün bu tür tutarsızlıklar da gündemimizden çıkacaktır.
Bir iktidar "Yurtta sulh, cihanda sulh olsun" diyerek açılım yaparken, muhalefetin "Yurtta da cihan da sulh olmasın" demesine de herhalde tanık olunmayacaktır