Ülke yönetiminde hangi kesimin ağırlıklı olduğunu anlamak kolay değildir. Anayasal demokrasiler bu konudaki kargaşayı önlemek için "Yasama-Yürütme-Yargı" üçgeni içindeki dengeleri "Kuvvetler ayrılığı" ilkesine bağlamışlardır.
Ama bazı demokrasilerde bu kuvvetlerin arasına "Silahlı Kuvvetler" de karıştırılır.
Ayrıca bazı demokrasilerde "Kuvvetler Ayrılığı" yerine "Kuvvetlerin Kavgası" vardır.
Çağdaş demokrasilerde ise 4'üncü Kuvvet olarak "Medya" da yerini almıştır.
Türkiye'ye gelince...
Bizde kimin yönetimde ağırlıklı söz sahibi olduğunu anlamak için hem iç dinamiklerdeki hem de dış dinamiklerdeki değişimi dikkatle izlemek ve ona göre karar vermek gerekir.
Bir avcı fıkrası vardır.
Kim at kim tavşan?
Bu fıkradaki avcılar tavşan avlamak için bir av otelinde konaklarlar.
Sabahtan akşama kadar dağ bayır demeden gezer dururlar ama avlamak için bir tane bile tavşan bulamazlar.
Av otelinde akşam yemeği için sofraya otururlar.
Yemek listelerine bakınca şaşırırlar. Çünkü listelerde ızgaradan yahniye kadar her çeşit tavşan yemeği vardır.
Avcıların reisi otelin aşçısını yanlarına çağırır, sorar:
- Bizim aramadığımız yer kalmadı ama hiç tavşan bulamadık. Sen bu kadar yemeği yapmak için nereden buldun bu tavşanları? Yoksa tavşan etinin yanında başka bir hayvanın etini de mi katıyorsun yemeklere?
Aşçı boynunu büker, mahcup bir ifadeyle cevap verir:
- Evet... Tavşan etinin yanına biraz da at eti katıyorum...
Avcıların reisi yine sorar:
- Ne kadar tavşan, ne kadar at eti var bu yemeklerde?
Aşçı güler...
- Elli elli... Bir tavşana bir at koyuyorum, der.
Bizdeki yönetimde dengeleri anlamaya çalışırken, dönemine göre at ve tavşan dengesinin durumunu izleyebilirsiniz.
Sivil demokrasinin egemen olduğu dönemlerde halk at, asker-sivil bürokrasi ise tavşandır.
Geçiş dönemlerinde ise durum tersine döner.
Şimdi içinde bulunduğumuz dönemde ise, durum karışık.
Pis ve nefis bir yemek
Bu durumu da bir avcı fıkrası ile izah edebiliriz.
Kırk tane avcı bir dağın eteğinde çadırlı kamp kurmuşlar. Yanlarında aşçı getirmedikleri için aralarından bir avcıyı kura ile aşçı yapmışlar.
Buna göre her akşam avdan dönüşte sofraya oturan avcılardan hangisi ilk olarak önlerine gelen yemekten şikâyet ederse, ertesi gün o aşçı olacakmış.
İlk gün aşçılık görevi kendisine düşen avcı berbat bir yemek pişirmiş ama avdan dönen avcılar arasından bunu beğenmeyen ve şikâyet eden çıkmadığı için, ertesi gün de aşçılık görevi onun üzerinde kalmış.
Buna sinirlenen bahtsız avcı ertesi gün kampın pisliklerinin biriktirildiği fıçıyı kazana boşaltmış ve pisliklerin üzerlerine su katıp pişirmiş.
Akşam avdan dönen avcılardan bu iğrenç bulamaca ilk kaşığı atıp ağzına götüreni bunu tükürmüş, "Ama bu yemek değil pislik" diye bağırmış.
Bu sırada aşçılık nöbetinin kendisinden başkasına geçmesini bekleyen avcının yüzündeki mutlu ifadeyi görünce de hemen "Ama nefis olmuş" diye eklemiş.
Neyse... Bizim demokratik rejimimiz ve hukukun üstün olduğu anayasal sistemimiz de nefis lezzetler sunarak hepimizi mutlu ediyor.
Hatırlarsınız.
Sovyetler Birliği çöküp dağılmadan önce bir Soğuk Savaş vardı ve Batı Avrupa'nın "Ortak Pazar"ına karşı Komünist Blok'un da COMECON'u bulunmaktaydı.
Bu COMECON'un üyesi Çekoslovakya bir Deniz Ticaret Bakanlığı kurmaya karar verince COMECON Genel Sekreteri "Sizin deniziniz yok, Deniz Ticaret Bakanlığı kuramazsınız" diye itiraz etmiş.
Çekoslovakya'nın Dışişleri Bakanı buna "Ama Sovyetler'de Adalet Bakanlığı, Bulgaristan'da da Kültür Bakanlığı var" diye cevap vermiş.
İşte böyle bir şey...