Bu coğrafyanın bize yüklediği sorumlulukları unutanlara, inkâr edilmesi imkânsız gerçeği bir kez daha hatırlatayım:
- Türkiye'nin bütün önemli ulusal sorunları, aynı zamanda uluslararası sorunlardır da...
Mesela şu anda hepimiz Yılmaz Karakoyunlu'nun aynı isimli romanından Tomris Giritlioğlu'nun beyaz perdeye aktardığı "Güz Sancısı" filmini konuşuyoruz.
Bu film hem bir aşk hikâyesini, hem de 6-7 Eylül 1955 akşamı ve gecesi İstanbul'daki Rumların evlerinin, işyerlerinin ve ibadethanelerinin azdırılmış kitleler tarafından yağmalanması olayını işliyor.
Bazılarına göre 6-7 Eylül bir iç meseleydi ve olup bitti.
Oysa 6-7 Eylül'le başlayıp, 1964'te İstanbullu Rumların tehciri ile noktalanan süreç sonunda, Lozan'dan beri süregelen "Trakya Türkleri-İstanbul Rumları" dengesi yok oldu.
Bırakalım İstanbul'un "Fetih"ten sonra da korunan kozmopolit kimliğinin kırılmasını.
Fatih Sultan Mehmet'in 15'inci yüzyılda önemini anlayıp kurumsallaştırdığı bu kimliği 21'inci yüzyılda anlamayanlar için Halil İnalcık'ın "Doğu-Batı" kitabının 2'nci cildindeki "Osmanlı Frengistanı: Galata" makalesini tavsiye ederim.
Fatih'in Galata'da yaşayan Cenevizliler, Venedikliler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Ermenilere verdiği "Ahdname" ile, bütün bu kesimler Osmanlı vatandaşı kabul edilmişlerdi. Amaç İstanbul'un dünyaya açılan kapı olarak korunmasıydı.
Dış dünya bizi kınıyordu
6-7 Eylül olaylarına dönersek.
Masamda İngilizce ve Elence yazılmış bir kitap var.
Kitabın adı "Hıristiyanlığın Çarmıha Gerilmesi" yani "The Crucifixion of Christanity".
Bu kitap 6-7 Eylül 1955 akşamı ve gecesi İstanbul'da tahrip edilen kiliselerin, mezarlardan çıkartılıp etrafa atılan müteveffa patriklerin kemiklerinin, Fener Patrikliği'nin içinin yağmalanmış halinin, kırılmış, yakılmış ikonaların, tahrip edilen mağazaların fotoğrafları ile dolu.
Kitaptaki metinlerde ise, 1955'teki İstanbul'da yaşayan Rum cemaatlerinin dökümleri verilmiş. "Barbarlık", "Yabancı düşmanlığı", "Gâvur" gibi kavramlar biz Türkler üzerinden irdelenmiş.
Kitabın sonunda da NewYork Belediye Başkanı Robert Wagner'in, 67 Eylül olaylarını anmak için matem günü ilan edilen 23 Ekim 1955'te, bütün NewYorkluları kiliselerde duaya davet eden mesajı var.
Söylemek istediğimiz şu:
İstanbul Rumlarının hedef kılındığı olaylar da uluslararası bir sorun oluşturdu.
Çünkü onların varlıklarının korunması da uluslararası bir meseleydi.
Bunun gibi mesela Türk hükümeti Filistin konusunda bir tavır alınca, bunun yansımalarını Amerika'daki Yahudi sivil toplum kuruluşlarının mesajlarında bile görüyoruz.
Hafta içinde bu kuruluşların en büyük beşinin ortak mesajında "İsrail Konsolosluğu önünde Yahudilere nefret yağdırılıyor. İstanbul'un her yerindeki billboardlarda Yahudi karşıtı sloganlar yer alıyor. Bir mağazanın camına, 'Sahibi Yahudi'dir bundan alış veriş yapmayın' yazılı poster asılıyor" denildi.
Türkiye de değişiyor
Dört yıl önce Başbakan Erdoğan'a ödül veren "ADL"nin (AntiDefamation League) Başkanı Abraham Foxman, Türkiye'de yükselen anti-semitizmden Başbakan'ı sorumlu tutan demeç verdi.
Bu mesajı aşırı hassasiyetlerin seslendirilmesi olarak gördüğümüzü de vurgulamalıyız.
Neticede Türkiye'nin en milliyetçi partisi olan MHP'nin lideri Devlet Bahçeli bile, geçen haftaki grup toplantısında, bu mesajın içeriğinden daha ağır ifadelerle gelişmelere tepki koymuştu.
Bahçeli'nin sözlerini hatırlayalım:
- Son zamanlarda Türkiye'de yapılan Gazze protestoları maksadını aşan bir seyir izliyor. Giydikleri tuhaf kıyafetlerle ellerinde Türk bayrağı taşımayan, Filistinli liderlerin resimleri ve bayrakları ile gösteri yapanların niyetinin ne olduğunu sorgulamak, bunun ne manaya geldiğini ayrıca anlamak gerekmektedir.
Türkiye'nin yakın geçmişindeki "6-7 Eylül 1955 Faciası", bundan sonra da benzer gelişmeler olabileceği konusunda değişik kesimleri endişeye itse de, Türkiye artık eski Türkiye değildir.
Galiba hem geçmişimizi, hem de coğrafyamızın bize yüklediği sorumlulukları artık öğrenme sürecine girdik.