İntihar eden emekli Jandarma Albay Abdülkerim Kırca için Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı açıklama, bir uyarı değil, toplumun tüm kesimlerinin hukuka göstermeleri gereken ama zaman zaman unutulan saygının askerler tarafından da hatırlatılmasıdır.
Bu açıklamadan bir bölümü alıntılayalım:
- Yargılama sürecinde sorumlu ve duyarlı olması gereken kesimlerin özen ve hassasiyeti göstermesi gerekirken, kişi ve kuruluşların âdeta yargısız infaz edilerek suçlu ilan edilmesi, temel insan haklarına aykırı olduğu gibi hiçbir hukuki ve ahlaki kuralla da bağdaşmamaktadır.
Askerlerin siyasete müdahale etmelerine, analog ve dijital muhtıralara, konvansiyonel ve postmodern darbelere karşı olduğumuzu tekrarlamak gereksiz.
Ama sivil toplumun sağlığı da, sonuçta hukukun üstünlüğüne bağlıdır.
Demokrasi ancak adaletle birlikte var olabilir. Adaletin gözardı edilmesi ihtimaline karşı da çözüm yine demokrasidir.
Demokrasilerde yargı önüne çıkanlar veya çıkartılanlar, medyatik linçlere ya da yargısız infazlara konu olmayacaklarını bilirler. Bu bilinç demokrasiye olan bağlılığı da artırır.
Sami Selçuk'un uyarıları
Genelkurmay bildirisinde söylenilenlerin benzerlerini, dün militarizmle uzaktan yakından ilgileri olmayan isimler de, gazetelerindeki köşelerinde yazmışlardı.
Örneğin Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk, şunları hatırlatıyordu:
- Ne zaman kamuoyunu ilgilendiren bir yargılama olsa, Türkiye âdeta hukuk bilincinden yoksunluğunu cömertçe sergiliyor. Her boydan insan yargıçların yerine geçerek hüküm kuruyor. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle, AK Parti'nin kapatılmasıyla, Anayasanın 10. ve 42. maddeleriyle ilgili davalarda da böyle olmuştu.
- Şimdi de Ergenekon diye adlandırılan davada benzer tutum yineleniyor. Her dava siyasileşiyor.
- Şu hiç unutulmamalı: Suçun siyasi olması başka, davanın siyasileştirilmesi başkadır.
- Ergenekon diye bir dava yoktur. Sadece "Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı başkaldırı" suçu (m. 313) ve davası vardır. Davanın hukuki adı, bu. Siyasi adı ise Ergenekon. Demek, davayı siyasileştirme, daha işin başında, ona "Ergenekon" adını koyanda başlamıştır.
- Suçlar kural olarak kendiliğinden soruşturulurlar ve kovuşturulurlar. Bu davadaki suçlar da böyle. Hiçbir savcı ben bunu soruşturamam diyemez. İster Ergenekon yandaşları, ister karşıtları gibi düşünsün, sonuç değişmez.
Hasan Cemal'in gözlemleri
Milliyet'te ise Hasan Cemal şu noktalara değinmişti yazısında:
- Gazeteci milleti olarak göremediğimiz, görmezlikten geldiğimiz veya işimize öyle geldiği için gözümüzü kapadığımız bazı yanlışların ucu ancak bize dokunduğu zaman ayağa kalkıyoruz. Veyahut medya etiği aklımıza ancak o zaman geliyor..
- TRT'nin Tuncay Güney yayını bizim mesleğin bazı temel ilkeleri açısından yanlış olmuştur, medya etiğini yer yer çiğnemiştir. Eleştiriler haklıdır. Ama burada durup düşünmeliyiz.
- TRT'yi eleştirirken yakındığımız, hatta 'medyatik linç, cinayet' diye nitelediğimiz yanlışları gerek manşetlerimizde, gerek haber ve yorumlarımızda kendimiz de yapmıyor muyuz? Evet yapıyoruz. Hem de sık sık.
- Hem başkalarının canını yakıyoruz, hem de gazetecilik mesleğinin canına okuyoruz. Köşelerde, başlıklarda, kanallarda sürekli ' vatan hainleri' üretiliyor ve hedef gösteriliyor. 'Yabancı düşmanlığı' yapılıyor. 'Irkçılık' yapılıyor. 'Ermeni dölü' manşetleri unutuldu mu? Hrant Dink nasıl şeytanlaştırılmıştı, hatırlayın. 'Ali Kemal' edebiyatını anımsayın köşelerdeki...
- Orhan Pamuk, acaba bir zamanlar medya etiği biraz anımsanmış olsaydı, çok sevdiği İstanbul'unda neredeyse 'yeraltında yaşamak' zorunda kalır mıydı? Şimdi 28 Şubat dönemine, o asker 'andıç 'larına kadar gitmek istemiyorum. Çok insan çok acı yaşadı, 'medyatik cinayet' lerin dik âlâsı yaşandı bu ülkede.
İşin özetine gelirsek.
Türkiye'de siviller de askerler de, büyükler de küçükler de, kadınlar da erkekler de, bütün meslek sahiplerinin hukuka saygılı olmalarını, mesleki ahlak kurallarına uymalarını bekliyor.
Nasıl askerlerin siyasete müdahalesini istemiyorsak, sivillerin de toplumsal yaşama hukuksuzluk örnekleri vermemelerini istemekteyiz.