Türkiye'nin son 40 yılındaki sosyo-politik ve ekonomik her başarısında olduğu gibi, başarısızlıklarında da Süleyman Demirel'in doğrudan veya dolaylı sorumluluğu vardır. Sayısız kalkınma projesi onun imzasını taşır. Sayısız sorunlar da Demirel'in çözümsüzlüğe terk ettiği problemler stokunda yer alır.
Nasıl bir dönemde herkesin istikbal olarak gördüğü şeyler İsmet İnönü için mazi olmuşsa, aynı durum şimdi Demirel için de söz konusu. Örneğin Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olmayı amaçlıyorsa, Demirel için bu geçmişte yapılan bir iştir.
Bu kadar uzun ve tartışmalı bir siyasi yaşamı olan kişi ile aynı düşünceleri paylaşmak pek mümkün değildir. Ayrıca Demirel'in kendi yaşamında bir dönemde "Kara" dediğine şimdi "Ak" demesi de doğaldır. Onun siyasi yaşamının çeşitli dönemlerinde söylediklerini listeleyip "Ama şimdi farklı konuşuyorsunuz" demek, Tayyip Erdoğan'ın eski konuşmalarını şimdikilerle karşılaştırmak kadar anlamsızdır.
Habertürk'ün "Basın Kulübü"nde Melih Meriç'in konuğu olarak pazar akşamı gazetecilerin sorularını cevaplayan Demirel'in, başörtüsü sorununun (Veya türban) çözümü, askeri müdahaleler ve devlet fonksiyonerlerinin yasadışı eylemleri konusundaki sözlerine katılmak tabii ki mümkün değil.
DARBE KRİTERİ
Mesela askeri müdahalenin kriteri olarak, "28 Şubat'ta TBMM vardı, Anayasa vardı, Cumhurbaşkanı vardı. Demek bu askeri müdahale değildi" demesi, kendisinin de bir muhtıra ile devrildiği 12 Mart 1971'in bir askeri müdahale olmadığı anlamına mı gelir?
Ya da Susurluk sonrasında evlerde açılıp kapanan ışıkların, 28 Şubat'a aktarılması konusunda da Sayın Demirel'in belleğindeki bu bölüme ait bir kararmadan söz edilebilir.
Batman'da ortaya çıkan silah skandalına ilişkin bir soruya, Cumhurbaşkanıyken "Devlet yüksek menfaatleri gerektiriyorsa rutin dışına çıkabilir. Takdiri hükümete aittir" diyen Demirel'in, şimdi "Devlet yasadışı iş yapmaz" diye konuşması da tartışılabilir.
Ancak Demirel çapında deneyim ve birikim sahibi bir insan konuştuğu zaman, onun sözlerindeki katılmadığınız yanlar kadar, toplum yaşamına ve siyasete olumlu katkı sağlayacak gözlem ve önerilerini değerlendirmek aklın gereğidir.
Demirel türban konusundaki yerel ve evrensel yargı kararlarını hatırlatarak "Türbanla üniversiteye girmek mümkün değil. İsteyen Arabistan'a gitsin" derken, türbanlıların Avrupa ve Amerika'da da üniversitelere gittiğini herhalde unutmuştu.
Ama bir de "Siyasi gerçek" var. AK Parti Anayasa'yı değiştirecek çoğunluğa sahip olduğu halde, başı örtülüler üniversiteye gidemiyor. Yani bu noktada Demirel, yaşanan ve bilinen bir gerçeği de seslendirdi. Bunun yanında laiklik tartışmalarına yeni bir boyut da getirdi. Rejimin tek temel öğesinin "Laiklik" olmadığını, "Modernleşme"nin de temel bir öğe olduğunu söyledi.
Acaba bu "Türban tartışmaları" na yeni bir boyut getirir mi? Keşke getirse ve kronik bir kriz konusu olan başörtüsüne endeksli laiklik tartışmaları, artık başka bir zeminde ele alınsa. Çünkü artık bu tartışmalarda Nilüfer Göle'nin "Modern mahrem" yorumu da yetersiz kalmaya başladı.
TABLOLAR FARKLI
Demirel'in siyasetin geleceğine ilişkin gözlemleri de bence mutlaka değerlendirilmelidir.
Örneğin gerçekten 2002'nin 3 Kasım genel seçimlerinde Türkiye'deki toplumsal tablo çok değişmiştir, ama bu tablo TBMM'de dondurulmuş gibidir. Nitekim parlamentodaki istikrar, ülkedeki istikrara yetmiyor ve siyasetle devlet kurumları arasındaki gerginlikler giderek tırmanıyor. Bu tablolar farkının Cumhurbaşkanlığı seçiminde daha tırmanan bir gerginliğe neden olacağı besbelli. Bu durumda bir AK Partilinin Cumhurbaşkanı olması, onun sadece AK Parti TBMM çoğunluğunun cumhurbaşkanı olacağı ve tartışmaların içine Çankaya'nın siyasi meşruiyetinin de katılacağı anlamına gelir.
Demokrasilerde bu gibi durumlarda tek çözüm bir genel seçimdir. Ve Türk siyaset geleneğinde 4 yılı geçen iktidar süresi, toplumun sabrına hiç uygun düşmemiştir.
Özetle Demirel'e katılsak da katılmasak da, onun sözlerini değerlendirmek gereğini mutlaka hissediyoruz.