Muhalefet liderleriyle bir seçim kampanyası gezisindeydim yıllar önce. Bulgaristan'ın devrik komünist lideri Jivkof'un, Bulgaristanlı Türklerin isimlerini, mezarlıklarındaki taşları değiştirdiği günlerdeydik. Seçim gezisi Trakya kentlerini içeriyordu.
Trakya çiftçisi için, ayçiçeğine devletin verdiği alım fiyatı yörenin en önemli konusu olduğu için, genellikle buna ilişkin eleştirel konuşmalar yapıyordu muhalefet liderleri. Fiyatın az olduğu, Trakya köylüsünün yoksulluğa mahkum edildiği vurgulanıyordu.
Ancak bu liderlerden biri aynı cümleleri değişik yerlerde söylemekten sıkılmış olacak ki, ayçiçeği alım fiyatına ilişkin eleştirisini tırmandırmaya karar verdi. Yanlış hatırlamıyorsam, Çorlu'nun girişindeki bir kahvede, "Bu kadar düşük fiyat vermek, soykırımdır" dedi. Ben bunu duyunca seçim otobüsündeki diğer lidere sordum:
-Ayçiçeğine düşük fiyat vermek soykırımsa, Jivkof'un Bulgaristan'da yaptığına ne isim vermek gerekir?
Filozof kişiliğe sahip o lider güldü, "Aldırmayın, politikacı mikrofonu eline aldığında bazen laf bulamayıp, incir çekirdeğini böyle sözlerle doldurur" dedi.
TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın ciddiye alınması gereken siyasi içerikli konuşmasına karşı, CHP Grup Başkan vekili Ali Topuz'un "Bülendinejad" benzetmeli tepkisini duyunca, o Trakya gezisini hatırladım. Güldüm ve "Sayın Topuz demek söyleyecek laf bulamamış" dedim.
Ali Topuz'un da çok sevdiği ve yıllarca aynı safta birlikte politika yaptığı rahmetli Turan Güneş, 1950 seçim kampanyasında bazı Demokrat Partili sözcülerin Kandıra'da "İsmet Paşa asker kaçağıydı" diye konuşmalar yaptıklarını duyar. Bunlardan birine gidip
"Hem paşa, hem asker kaçağı diyorsun. Nasıl olur bu" diye sorar. Aldığı cevabı kahkahalar atarak nakletmişti bana:
-Ne yapayım yani. İsmet Paşa'yı sevmiyorum, seçimde yenilmesini istiyorum. Lafı uzatmadan nasıl anlatayım bunu?
Hepimizi bıktırmaya başladığını hissettiğim bir siyasal gerçeği vurgulamalıyım bu noktada.
Cumhuriyet'in kuruluşundan başlayarak bugüne uzanan siyasal yaşamımızı, sürekli bir "Rejim kavgası" zemininde tutmak, yorucu, toplumsal enerjiyi boşa harcayan, politikayı demokrasi rayından çıkmaya iten bir tablo oluşturmaktadır. Söyleyecek sözü, bir icraat programı olmayan siyasetçiler demokratik rekabeti ya rejim kavgası zeminine sürüklemekte ya da rakiplerini aşağılayacak kelimeler bulmaya çalışmaktadır. Bu da, demokrasiyi statüko için bir tehdit olarak gören kesimlerin işine gelmektedir.
Oysa Türk toplumu gelişmeye, toplumsal refaha, barışa ve uzlaşmaya, hoşgörüye, hukukun üstün olduğu bir özgürlük ortamına hasrettir.
Türkiye'nin gerçek gündeminde "Şeriat tehlikesi" değil, işsizlik sorunu, pahalı enerji, sağlıksız kentleşme, bölücü terör, kentlerdeki güvensizlik, eğitim sisteminin ilkelliği daha öncelikli konulardır. Bu konularda bilgisi olmayan veya ilgi duymayan siyasi sözcüler ya da kamu görevlileri, gündeme "Rejim tehlikede" konusunu getirip, kendilerince siyaset sakızı çiğnemektedirler. Geçmişte ülkenin gerçek sorunlarına çözüm bulmaya çalışırken kendilerini rejim kavgaları içinde bulan iktidarlar da, bu kavgalara kapılıp yıpranmışlar ve hatta askeri darbelerle devrilmişlerdir.
Ali Topuz da 1980 askeri darbesine hedef olup kapatılan CHP'nin bir üyesidir ve 1950'leri, 60'ları, 70'leri sürükleyip ziyan eden, Türk toplumuna tarih sürecinde patinaj yaptıran rejim kavgalı siyaseti 2000'li yıllara taşımayı, politikanın gereği sanan bir anlayışı temsil etmektedir.
Oysa kavganın asıl sebebi "Rejim" değil "İktidar" dır. Ama kim iktidar olursa olsun bu defa karşı taraf kendi rejim kavgasını üretmektedir. 1970'lerde Ortanın Solu iktidar olduğunda "Rejimi komünizm tehdit ediyor" denirdi. Şimdi de moda olan "Şeriat tehdidi" nden rejimi kurtarmak... Bu arada siyasetin veya statükonun rantını paylaşmak konusunda, kimsenin birbirinden farklı olmadığı da gözden kaçırılmakta.