Türkiye'de düşünce hayatının da, siyasetin de ciddi problemlerinden biri, alfabeye her gün yeniden başlanması zorunluluğudur. Yaşananlar ve öğrenilenler sürekli unutulduğu veya bunlardan ders alınmadığı için, karşımıza devamlı çıkan aynı tür sorunları, sanki ilk kez bunlarla karşılaşmış gibi, çözümsüz bırakıp "Krizler Stoku" muza ekliyoruz.
Bu durumun nedeni belki "Yazılı hafıza" mızın olmaması veya öğrenmek yerine yalan yanlış bir şeyleri ezberlemeyi tercih etmemizdir.
Artık şu gerçeği belleğimize kazımamızın zamanı gelmedi mi?
- Bir ülkede ekonomi bozuk olduğu zaman o ülkede kitleler sağdaki ve soldaki marjinal eğilimlerde çözüm aramaya başlar. Maceraperest diktatörler de, faşizan arayışlar da, yabancı düşmanı siyasal eğilimler de böyle ortamlarda iktidara ulaşacakları zemini bulurlar.
Hitler Almanya'da 1929 ekonomik krizi sonrasında iktidara gelmedi mi? Çok uygar Fransızlar, ekonomik durgunluk sonucu hem yabancı düşmanı, hem de AB karşıtı olmadılar mı? Bir ülkede ekonomi sağlıklı olduğu zaman, o ülkenin istikrarını ve bütünlüğünü hedef alan kesimler de, dış odaklar da, siyasi ve toplumsal istikrarı sabote ederek, ekonomiyi de çökertmeye çalışırlar.
Bu gerçeklerin ışığında bugünkü Türkiye'ye bakarsak, makro ekonomi son dönemlerin en sürdürülebilir büyüme dönemini yaşamakta. Bunun en açık göstergesi, yabancı sermayenin Türkiye'deki işletmelere biçtiği yüksek değer değil mi? 3-4 yıl önce ellerinin tersiyle ittikleri şirketlere, bankalara milyarlarca dolar vermek için yarışıyorlar.
Şu anda PKK'nın koyduğu eylemlerin bir amacı da, bu gelişme sürecinin Güneydoğu'ya yansımasını önlemek değil midir? İşin en garip yanı "Bizden" olanlardan bazılarının ekonomik başarıyı "AK Parti iktidarının malı" gibi görüp, bundan mutsuz olmalarıdır. Biraz düşünseler, bu başarının makroda gerçekleştiğini, henüz kitlelere ve istihdama yansımadığını da fark ederler. Ayrıca tekstil ve konfeksiyon gibi emek yoğun sektörlerdeki bunalımın da, iktidara olumsuz yansıdığını görürler.
Yani makrodaki ekonomik başarı, AK Parti'ye bir seçim zaferi getirmez. Sadece istikrarın sürdürülmesi halinde Türkiye'nin geleceğinde daha iyi günlerin yaşanacağına işaret eder.
Ancak alfabeye her gün yeniden başlamak sorunu AK Parti iktidarı için de söz konusu. Ahmet Altan'ın "Gazetem.net" teki yazısından bölümler alarak ne demek istediğimizi anlatalım:
- Şu Türkiye'ye bakın... AB ile müzakerelere başlamış, yasalarının çoğunu düzeltmiş, enflasyonunu düşürmüş, faizlerini indirmiş, büyüme hızını yüzde yediye çıkarmış, parasından altı sıfırı atmayı sorunsuz başarmış, büyük bir imparatorluğun manevi mirasına sahip yetmiş milyonluk büyük bir toplum. Yolunda güzel güzel yürüyor. Ve birden krizi tutuyor.
- Kendi ordumuzun askerleri kendi ülkemizi bombalarken suçüstü yakalanıyor, olayları soruşturan savcıya hükümet de dahil kimse sahip çıkmıyor... Hükümet, Merkez Bankası'nın başına
"kendinden" birini atamak için tutturuyor, beceremiyor, Şemdinli olayındaki yetersizliğine bir de Merkez Bankası'nın başarısını ekliyor. Bir anda, bir "iktidar boşluğu" çıkıyor ortaya. Kriz yaratılmasını isteyenlerin iştahı kabarıyor. Güneydoğu'nun sokakları karışıyor. Çatışmalar çoğalıyor. Büyük şehirlerin mahallelerine yansıyor. Toplum kasılıp kalıyor. Bir umutsuzluk yayılıyor kalabalıklara. Bir baş dönmesi, bir halsizlik, bir yorgunluk...
- Bu kez biz bu krizi gerçekten de sivil iktidarın yetersizliğinden dolayı yaşıyoruz.
AKP'li yöneticilerin korkusu kendilerinin de ülkenin de başını derde sokuyor. AKP elindeki iktidardan korkuyor. Siyasi bir iktidar olmanın birçok tatmini, getirisi var ama riski ve tehlikesi de var. Korkuyorsan hiç bu işlere bulaşmayacaksın. İktidar oluyorsan da gerçekten olacaksın. Benim görebildiğim kadarıyla iktidar tam bir "korku krizine" tutulmuş vaziyette.
Korkudan elleri ayakları tutmaz oldu.
- Mümkün olabilse, insan onları şöyle iki omuzlarından tutup sarsalamak, "korkma çocuğum" demek istiyor, "korktuğun ne varsa başına korktuğun için gelecek. Cesur olursan kurtulursun." Ama öyle bir korktular ki bir daha cesaretlerini toplayabilirler mi, doğrusu çok emin değilim. Kriz kendiliğinden geçsin, bünye bunu kendi kendine atlatsın diye bekleyeceğiz artık. Yeniden iyileşmeyi ümit edeceğiz. Böyle korkaklarla elden başka ne gelir ki...