BİZİM Gaziantep ağzında Osmanlı'dan kalma çok hoş bir özdeyiş var. Şöyle:
- Keyfim paşa keyfi, halim itlerde yok!
Türk ekonomisinin durumu tartışılırken hep bu özdeyişi hatırlıyorum.
Rakamlara baktığınız zaman ve ekonomiyi makro açıdan değerlendirdiğiniz zaman, yakın geçmişte hayal bile edilemeyecek bir başarıyı işaret eden rakamlar çıkıyor karşınıza.
Türkiye'de her şey değerleniyor, ihracat artmakta, sürdürülebilir kalkınma hızı tutturuldu, enflasyon düşerken, Türk Lirası güvenilir bir para birimi konumuna girdi. Faiz oranları ile birlikte Hazine'nin borçlanma maliyetleri de iniyor. Ödemeler dengesindeki açığı ise serbest faiz ve serbest kur sistemi rahatça fonlamakta. Ama ekonomiyi kendi yaşamlarında değerlendiren çiftçiler, küçük esnaf ve başta tekstil olmak üzere dünün bazı lokomotif sektörlerinin girişimcileri perişan. İşsizlik rakamları da hiç iç açıcı değil.
Yani makro ekonominin keyfi paşa keyfi ama bazı kesimlerin hali de perişan.
Çin rekabeti ve maliyetler artarken Türk Lirası'nın değerinin yüksek kalması ihracatçıları yoruyor. Bunun yanında özellikle enerji girdileri çok yüksek fiyatlı.
Geçenlerde The Washington Post'ta Robert J. Samuelson' un "Bireysel ekonomiler böylesine istikrarsızken, Amerikan ekonomisi nasıl böylesine istikrarlı olur" sorusuna cevap arayan bir yazısı vardı. Yazar sonuç olarak, "Bireysel ekonomileri globalleşme ve rekabet zorlarken, bu sayede Amerikan ekonomisi makroda kendini yeniliyor" yargısına varmıştı. Buna göre düşük enflasyon ve yoğun rekabet hem ürün çeşitliliğini, hem kaliteyi, hem de fiyat oluşumlarını iyiye doğru zorlarken, dayanıksız sektörler de doğal tasfiyeye tabi oluyorlardı.
Alman Mucizesi'nin (Wirtshaftwunder) mimarı Ludwig Erhard'ın "Ekonominin yarısı psikolojidir" sözünü hatırlayarak, Türk ekonomisi üzerindeki tartışmaları bundan sonra da dikkatle izlemeliyiz.
Ayrıca TL'nin çok değersiz ve enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde ise, hem mikroda hem makroda her kesimin perişan ve Türk ekonomisinin de "Krizkolik" olduğunu da unutmamalıyız.