Hepimiz ikili ilişkilerimizde "Bardağı taşıran damla"yı bardağa damlatmamak için özen gösteririz. Ama nedense toplumsal ilişkiler söz konusu olduğu zaman, birileri bardağı taşıran damlayı damlatmak için, adeta yarışırlar.
Aziz Nesin'in bir hikayesini hatırlıyorum. Adam ufak tefek olmasına rağmen bir bara fedai olarak alınır. Görevi, içip sarhoş olan müşterileri, sabaha karşı tekme tokat dövmektir. İşin başında, her biri iri yapılı, kabadayı görünüşlü müşterilerin kendisinden dayak yemeye nasıl razı olacaklarını kestiremez.
Ama zaman geçtikçe, bu müşterilerin hiç tepki göstermeden dayak yemeye razı olduklarını görüp rahatlar ve görevini başarı ile her gece yerine getirir.
Ancak bir gece dayak atmaya çalıştığı müşterilerden biri onu eşek sudan gelene kadar dövüp, paçavrasını çıkartır. Şaşkın ve perişan ne olduğunu anlamaya çalışırken, barın sahibi yanına gelip, nerede hata yaptığını anlatır ona:
- Senin görevin sarhoş müşterileri dövmekti. Ama bu son seferde sen adamı döverken, bir de anasına küfrettin. Bu adamlara küfür etmeye kalkışmamalıydın.
Her ikili ve çoklu ilişki böyle ince çizgiler üzerinde gelişmez mi? Ve bazen bu ince çizgiler, aslında çok kalın ve dramatik hatlar üzerinde vurgulanmaz mı? Örneğin ABD Başkanı Bush, 11 Eylül 2001 El Kaide saldırısına kadar içe dönük, muhafazakar bir politikacı görüntüsü veriyordu. Suudi Vahabizmi de, Afganistan'daki Taliban rejimi de, Saddam'ın iktidarı da devam ediyordu o güne kadar.
Ancak 11 Eylül saldırısı ile New York ve Washington vurulduktan sonra, bambaşka bir Bush çıktı dünya sahnesine. Ne Birleşmiş Milletler, ne de uluslararası hukuk kaldı... Afganistan'da Taliban da kalmadı, Irak'ta Saddam da... Suudiler'in kuşkulu servetlerine el konuldu. Şimdi sırada İran mı, Suriye mi var diye herkes endişeli. Ve Bush, Neocon'ların etkilediği ve özünde Evangelist bir bağnaz olduğu vurgulanan yeni portresi ile dünya kamuoyunun önünde.
Bu bardağı taşıran damlayı, bugün acaba İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad mı damlatmaya çalışıyor diye yeni endişeler de gündemde şimdi...
İslam dünyasında da bardağı taşıran damla Danimarka'da yayınlanan ve peygamberimiz Hz. Muhammed'i hedef alan karikatürler olmadı mı? Şimdi Avrupa'da kamuoyları dehşet içinde "Kültürler savaşı "nın tırmanmasını izliyor ve Avrupa başkentleri bu yeni soğuk savaşta, yine kendilerini Amerika'nın koruyacağını hesaplamaya başlıyorlar. Irak'a müdahalede ABD'yi yalnız bırakan Avrupalılar, İran'la sürdürülen gerginlikte ABD'nin arkasında safa girdiler.
Türk iç politikasında ve sosyopolitik ilişkilerimizde, geçmişte defalarca bardağı taşıran damlayı hesapsızca damlattık demokrasi bardağımıza. Yaşadıklarımızdan ders almamız gerekirken, ne yazık ki, elinde dolu bardaklarla, zaten dolu olan siyaset bardağını yine taşırmak için bekleyenler az değil bugün. Bu kesimler, örneğin laiklik ve demokrasiyi birbirinden ayırmak için, "Başörtüsü" konusunu iki yandan bardak taşıran damla olarak kullanmayı denemekteler.
Bu noktada idareye, yargıya, üniversitelere ve özerk aydın odaklara, aklın ve hesabın gündemde tutulması konusunda büyük görevler düşüyor. Çünkü bardak taştığı zaman neler olacağını önceden görmek pek mümkün değil.
Dünyada başörtüsü krizi dolayısıyla oluşan global bunalım kitleleri nasıl bir öfkeye itiyor, görmekteyiz. Şu anda Danimarkalı politikacılar ve gazete yöneticileri tüpten çıkan macunun nasıl yeniden tüpe gireceğini bilemiyorlar.
Bizim Türkiye'de de bu tür olayları dikkatle izlememiz ve benzerlerine kendi ülkemizde sebep olmamamız gerekiyor.
Başta da söylediğim gibi bardağı taşıran damlayı damlatmak özellikle bu coğrafyada çok kolay. "Türkiye mozaiği" diye övünürken bu mozaiğin taşlarını söküp birbirleriyle kan düşmanı konumuna getirmemeliyiz.