Patronlar da, emekçiler de insan. Herkesin vücut yapısı et, kemik ve sinirden oluşuyor. Ama "Yabancılaşma" denilen olgu, her insanın vücut kimyasını ve dolayısıyla dünyaya bakışını farklılaştırıyor.
Patron bir yandan "Rekabet dünyasında nasıl ayakta kalırım" sorusuna uykusuz gecelerde cevap ararken, bir yandan da, "Çalışanlarımla ilişkimi nasıl sağlıklı tutabilirim" meselesine her gün çözüm üretmeye çalışıyor.
Patron olmanın en ağır yükü "Risk taşımak"tır.
Bir hatalı davranış, bir yanlış karar, sahip olunan markanın değerini sıfırlayabilir. Bir yanlış yatırım, patronu altından kalkılması zor borçların altına sürükleyebilir. Bir tedbirsizlik, itibarı da, malı mülkü de götürebilir.
Emekçi olmak, bu tür riskleri içermiyor. Neticede emekçinin (Buna yöneticiler de dahil) hatalarının riskini patronlar taşımak durumundadır.
Emekçi için en büyük risk, işini ve dolayısıyla geçimini sağlayan ücretini kaybetmektir.
Patronlar iflas eder, emekçiler işsiz kalır nihai değerlendirmede.
Ancak emek olmadan, sermaye de bir anlam taşımaz. Şimdi "Bilgi" nin emek içinde çok ağırlıklı bir yer tuttuğu çağda, sermayeemek ilişkileri de eskisinden farklı düzeylerde gelişiyor. Sanayi toplumunda, patron akşam işini kapatıp eve gittiğinde, işi de tatil olurdu. Bugün ise, bilgiyi taşıyan emekçilerle birlikte, her akşam patronla birlikte şirketin tümü evlerine gidiyor.
"Bilgi Çağı" nın emekçisi, şirketi beyninde taşımakta. Emekçinin psikolojisi, iç ve dış ilişkileri, aile yaşamı, doğrudan şirketin performansına yansıyor.
Yani modern patronun eskisinden farklı bir riski daha var. O da "Emekçilerinin mutsuz olması" riskidir.
Bu nedenle yeni şirketlerde "Halkla İlişkiler" eskisinden çok farklı boyutlarda önem kazanmıştır. Şirketin dış dünyaya dönük imajı kadar, şirketin çalışanlarına dönük görüntüsü artık ağırlıklı önceliktedir.
Yeşilçam filmlerindeki "Baba Patron" Hulusi Kentmen modeli, ancak çok küçük imalathaneler için geçerlidir. Emekçiler için artık, işsiz kalmak ve ücret alamamak riskinin yanında "Şirkete sadık kalmak" sorumluluğu da gündeme gelmiştir.
Ama yine de patronun başarısı "Kar" ı, emekçinin başarısı da "Ücret" i ile ölçülmektedir.
Forbes dergisinde, "Bir emekçi ücretinin artırılmasını patronundan nasıl istemelidir" içerikli bir makale vardı. Bunun ana başlıklarını, herkese yararlı olur ümidiyle aktarayım:
* Asla kişisel mali durumunuzu gerekçe göstererek patrondan zam istemeyin. Örneğin "Kumarda kaybedip borçlandım" cümlesi asla bir zam talebinin gerekçesi olmamalı.
* Zam talep etmek hakkına sahip olanlar şirketin başarısını sağlayan yıldızlardır. Siz de bu elitin arasında bulunmak için çalışın.
* Zam istemeden önce şirketin mali yapısı hakkında bilgi sahibi olun. Şirketin zam talebinizi olumlu karşılayacak durumda olup olmadığını mutlaka bilin.
* Zam talebinizi haklı gösterecek somut başarılarınızı, rakamlarla kanıtlayabilin.
* Zam talebinize "Hayır" cevabı aldığınız zaman, gelecekte de bu cevabın hep hayır olabileceğini hesap edin.
* "Zam yapmazsanız istifa ederim" demeyin. Patronlar bu tür blöflere genellikle "İstifanızı kabul ediyorum" cevabı vermeye yatkındır.
Görüldüğü gibi patron olmak kadar zor bir konumdur emekçi olmak. Ancak emekçinin tek müşterisi (Transfer imkanı yoksa) patronudur. Bu arada Baba Siemens'in "Ben çok kazandığım için çalışanlarıma çok veriyor değilim. Çalışanlarıma çok verdiğim için çok kazanmıyorum" dediğini de unutmayın.