Önümüzde iki tercih var sanki... Ya tarihi yeniden yazacağız. Ya da tarihi yeniden yaşayacağız. Tarihi yeniden yazmak konusundaki alternatif yollar, zorlukları da beraberlerinde getiriyor. Örneğin Orhan Pamuk kendince "Resmi tarih" dışındaki bir tarihi yazmaya kalkıştı. Sonunda karşılaştığı durumlarla hem kendi başını belaya soktu, hem de Türkiye'nin imajına gölge düşürdü.
Orhan Pamuk tarihe dönük bir gözlem seslendirirken, Türkiye'nin bugününü gölgeleyen gelişmelerin odağına yerleşti. Acaba tarihi yeniden yazmak yerine, yazılmış tarihi olduğu gibi kabullenmek daha mı doğru bir davranıştır? Ama bu defa da "Kimin yazdığı tarihi kabul edeceğiz" sorusu çıkıyor ortaya.
Mesela "Ermeni Sorunu" nun içyüzünü, "Bizim" yazdığımız tarihten mi, yoksa "Onların" yazdıklarından mı anlamaya çalışacağız? Bırakalım tarihi ve "Bugün" e bakalım. Aynı konuda, örneğin ekonominin durumu hakkında bir iktidarın söylediklerine, bir de muhalefetin söylediklerine bakın. Aynı güncel rakamları çok farklı yorumlayan aynı ulustan insanlar varken, belirli bir tarih kesitine farklı uluslardan insanların aynı açıdan bakmaları mümkün olabilir mi? Üstelik söz konusu tarih kesitine kan ve kitlesel ölümler egemen olmuşken ve bir Dünya Savaşı sonunda 600 yıllık bir imparatorluk içeriden parçalanır, dışarıdan da çökertilirken, bunun objektif hesaplaşmasını kim ne zaman yapabilir ki? Cumhuriyet, kurulduğu 1923 yılını "Milli Milat" kabul etmeyi denedi. Bu, iç kamuoyunun bilincinde bir ölçüye kadar benimsendi de. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e sanki hiçbir şey aktarılmamış gibi varsayıldı.
Uzun bir dönem İstanbul'un Fethi'nden çok İstanbul'un Kurtuluşu kutlandı törenlerle. Ankara'da "Tarih", Hititler'den Cumhuriyet'e atlayan bir süreç gibi algılandı. Demokrat Parti'nin CHP'den çıktığı kabul edildi ama CHP'nin de İttihat Terakki'den türediği görmezden gelindi. Arada bir bizlerin Kanuni'nin torunları olduğumuzdan dem vuruldu ama kimse "Deli İbrahim'in de torunlarıyız" diyemedi.
Şimdi sade Türkiye için değil dünya için de yeni bir dönem yaşanıyor. "Resmi Sovyet Tarihi" bile yok artık. Stalin'in "Her milletin emekçi sınıfları Sovyet halkını oluşturur" benzeri safsatalarını, Sovyet topraklarından doğan 16 devletin vatandaşları hatırlamıyor bile.
Bu arada "Yaşanan tarih" de bizim "Resmi tarih" i delip çıktı ortaya. Bu yaşanan tarihi öğrenmemiş kitleler ise, Fransa'ya mı kızsınlar, Orhan Pamuk'a mı sinirlensinler, bilemiyorlar.
O zaman da tarihi yeniden yaşamayı deneyip "Ya sev, ya terk et" benzeri sloganlar atarak, 1910'larda Ermenileri, 1940'larda Yahudileri (Varlık Vergisi), 1950'lerde Rumları (6-7 Eylül) hedef alan öfkelerin benzerini Orhan Pamuk'a ve "Aydınlar" a yönlendiriyorlar. Tarihin tartışılması gerekirken, tarihin kavgası yapılıyor.
Tabii bu arada, artık Türk hukuk ve düşünce hayatının da temel içtihadı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Handyside Kararı (1976) hiç akla gelmiyor:
- Düşünceyi açıklama özgürlüğü, sadece hoşa giden veya zararsız ya da tepki yaratmaz sayılan "haber" veya "fikirler" için değil, fakat, devlete veya halkın bir kısmına ters düşen, şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve yeniliğe kucak açma bunu gerektirir ve bunlar olmadan demokratik toplum olmaz.