Diyelim ki bir siyasetçisiniz veya bir düşünce adamısınız. Bir yurt veya bir dünya sorunu üzerinde görüş açıklamak durumundasınız. Bu sorun "Milliyetçilik"e, "Laiklik"e, "Özelleştirme"ye, "Globalleşme"ye, "Savaş"a, "Barış"a veya başka konulara ilişkin olabilir.
Diyelim ki Russunuz, Amerikalısınız, Fransızsınız, İngilizsiniz veya İtalyansınız.
Düşüncenizi açıklamadan önce özdeyişler ansiklopedilerine bakıp, ülkenizin sizden önce yaşamış önemli kişilerinin bu konuda neler söylediğini araştırır mısınız? Eğer tarihteki bir büyük adam, sizin bugünkü düşüncelerinizin tam tersi bir görüş açıklamışsa, siz de susar ve yutkunur musunuz?
Putin Büyük (Veya Deli) Petro ile, Bush Washington'la, Chirac De Gaulle'le, Blair Churchill'le, Berlusconi Kont Cavour'la ters düşmüş olmamak için, gündemdeki acil sorunlar hakkında görüş açıklamaktan kaçınır mı? Ya da güncel koşullar aksini işaret etse de, onlar geçmiş devlet adamları ile ters düşmemek için, gerçek ve zaman ötesi formülasyonları seslendirirler mi?
Değişmez ve tartışılmaz doğrular ancak dinde vardır. Mesela İslam'dan bir din adamı, güncel bir konudaki görüşünün doğruluğunu kanıtlamak için Kuran'dan bir ayet okur veya bir hadise atıfta bulunur.
Bir de dinleştirilmiş ideolojilerde, her güncel olay, o ideolojinin kurucusunun kutsallaştırılmış kitapları ışığında anlaşılmak istenir. Sovyetler'de kim bilir kaç konuşmacı Marks'ın veya Lenin'in cümlelerini tekrarlayarak, düşüncelerinin tartışmaların üzerinde olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Çin'de milyonlarca insan "Kızıl Kitap"ı sallayarak farklı düşünce sahiplerini susturmadı mı?
Türkiye yaşanan deneylerin ışığında "Müspet ilim en gerçek aydınlatıcıdır" ilkesini Cumhuriyet'in düşünce hayatının temeli yapmış bulunuyor. Bu nedenle "Laiklik" ve "Demokrasi", bizim dünyevi yaşamımızın vazgeçilmez ikilisidir.
Ne Kürt sorununun, ne Kıbrıs'ın, ne ekonominin, ne de kentleşmenin çözümlerini Kuran'daki ayetlerden bulmaya çalışıyoruz. Siyasi partiler, yasalara göre kurulup çalışıyor, seçimler yasalar uyarınca yapılıyor, Anayasa şeriat hükümlerine değil Kopenhag Kriterleri'ne uyması için değiştiriliyor.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti laik ve demokratik bir hukuk devletidir.
Ancak herhangi önemli bir konuda söz söylemek isteyenler hala güncel koşulları ve kendi düşüncelerinin kanıtlarını seslendirmek yerine önce "Atatürk bu konuda şöyle söylemişti" demek gereğini hissetmekteler.
Nasıl bir din adamı ile güncel bir konuyu tartıştığınız zaman sizi susturmak için son söz olarak Kuran'dan bir ayeti tekrarlıyorsa, prototip Kemalist bir aydınla güncel bir konuyu tartıştığınızda da, size son söz olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün bu konudaki bir cümlesi tekrarlanıyor.
Hatta ülkenin pek Kemalist olmayan Başbakanı bile "Din toplumda çimentodur" söyleminin doğruluğunu vurgulamak için "Atatürk de Nutuk'ta böyle söylemişti" demek gereğini hissetmiyor mu?
Kısacası işimiz kolay değil.