Hemen herkesin siyasete ilişkin bir görüşü vardır. Ancak bazıları "Temsili Demokrasi"yi unutup, sanki kendileri iktidardaymış veya iktidardakiler giderse onlar doğrudan koltuğa oturacakmış gibi, siyaseti bir aktif taraf olarak kavgalara konu eder.
Siyasi tartışmaların akıl dışı nefret kampanyalarına dönüşmesinin en somut örneklerini, biz gazete yazarlarının köşelerinde her gün bulmuyor muyuz? Takılmış plak gibi "Bunlar artık gitmeli" diyenlerin, sanki kendilerini iktidara alternatif gibi sundukları bir mesleki deformasyonun yansımalarını görmüyor muyuz? Ya da "Bunlar gitmeli" diye tutturanların "Bunların yerine şunlar gelmeli" diyebildiklerine rastlayanınız var mı acaba?
Demokrasilerde aktif siyaseti politikacılar ve siyasi partiler yapar.
Profesyonel politik kadroların dışındaki bireyler ve sivil toplum örgütleri, siyasete "Katılır"lar. Yönetenlerle toplum arasındaki inter-aktif demokratik ilişki ve iletişim güçlendikçe "Katılımcı Demokrasi" de derinleşir. Medya da, bu ilişkinin yansıtıcısıdır modern demokrasilerde.
Yani gazete köşeleri birer siyasi parti, köşe yazarları da iktidar alternatifi değildir.
Aynı şekilde siyasetçiler de gazetecilerin rakibi değildir. Başarısızlıklarının veya beceriksizliklerinin sorumluluğunu gazetelerde yazılanlara yükleyen politikacıların da, meslekleri konusunda tam bilinçli olmadıklarını söylemek mümkündür.
Ancak şu gerçeği de hiç unutmayalım. Şu anda irili ufaklı pek çok konuyu "Sorun" biçiminde kamuoyu önünde tartışan bizler, dünyada en zor ve en fazla sorumluluk taşıyan konumun "Türkiye'de politikacı olmak" şeklinde nitelenmesi gerektiğini de bilmeliyiz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bugüne kadar uzanan dönemdeki en hayati ve en önemli dönüm noktalarından birinin eşiğinde bulunuyor.
Bu dönüm noktasının ön işaretlerini "Alt-üst kimlik" tartışmaları içinde ve Güneydoğu kentlerinde patlak veren olayların niteliğinin tartışılma biçiminde görmekteyiz.
Yani sorun "Bölücü terörle mücadele"den çok daha ötede siyasi, anayasal ve sosyal boyutları bulunan bir "Değişim sancısı"ndan kaynaklanıyor.
Gazete köşe yazarı veya bir aydın olarak olayları yorumlayıp, "Bence şöyle yapılmalı" demek kolaydır. Sırtınızda "Siyasi Sorumluluk" adı verilen yumurta küfesi yoksa, isterseniz şoven, isterseniz demokrat söylemleri de seslendirebilirsiniz.
Ama bilmemiz gerekir ki, Osmanlı'nın son döneminde de gündemi işgal eden ve tatmin edici bir çözümü bulunmayan "Kimlik" sorunu, aynı şiddette yine gündemimizde.
Türkiye Cumhuriyeti bu sorunu kendince çözüme kavuşturdu. Ama geçen 82 yılın sonunda yeni dünya konjonktürü, bu çözümün de artık ihtiyaca yetmediği gerçeğini gündeme getirmiş bulunuyor. O kadar ciddi ki durum "Üst kimliğimiz İslam olmalı" diyenlere veya "Türkü, Kürdü, Alevisi, Sünnisi, Lazı, Çerkezi toplanıp yeni bir uzlaştırıcı anayasa yapmalıyız" diye sanki burası Irak'mış gibi çözüm modeli önerenlere bile rastlamıyor muyuz?
Bu gerçeklerin ışığında bundan sonra siyaset yapacak ve TBMM'ye girecek politikacıların , bir çeşit "Kurucu Meclis" üyesi gibi çalışmaya hazırlıklı ve buna uygun birikimde olmaları gerekiyor.
Söylenecek maksadını aşmış her söz, atılacak her yanlış adım, inanılmaz ölçüdeki krizlerin tetikleyicisi olabilir. Yani siyasetçilik Türkiye'de en zor meslek haline gelmek üzere.
Biz gazete yazarlarının da siyasete bu açıdan bakmayı denemelerinde kaçınılmaz yararlar vardır.