Dünkü yazımda değindiğim "Can sıkıntısı krizi "nin yan sonuçlarını en şiddetli biçimde, bizim meslekte görmeye başladık.
Şu anda hem birbirlerine hem de medyaya öfkelenmeyen gazeteci yok gibi.
Bu gerginliğin içinde bulunmak fırsatını tatilleri dolayısıyla kaçıran meslektaşlarımız da, işbaşı yaptıkları gün, olayın içine balıklama atlıyorlar.
Örneğin dün Milliyet'te Meral Tamer "İki haftalık ayrılığın ardından merhaba" derken konuya şöyle girmişti:
- Cıvımanın değerleri, gazeteleri istila ediyor. İlk kez bu tatilde yazarlıktan "okurluğa" istemeden geçiş yaptım ve sektöre dışardan bakınca hayrete düştüm...
"Maganda cinayetleri" dolayısıyla ve son olarak Malatyalı Kartal ailesinin kızları Begüm'ün bir maganda kurşununa kurban gitmesi üzerine konuya değinen Cengiz Çandar da, olaya şöyle yaklaşmıştı:
- Biricik evlatlarının ölümünün sorumlusunun, medya tarafından Malatyalı hemşehrileri Turgut Özal olarak tespit edilmesinin, Kartal ailesinin acısını bir nebze olarak dindirebileceği kuşkuludur. Ama, bundan daha önemlisi, Türk medyasının akıl almaz saçmalama yeteneği ve düşünme yoksunluğu olsa gerek. 2005 yılında art arda meydana gelen ölüm olaylarını, hukukta kabul görmeyen " makable şamil" (geriye yürüyen) biçimde, ta 20 yıl geriye götürüp, dönemin başbakanını çıkan yasadan ötürü sorumlu tutmak, ancak Türk medyasının "yaratıcı kafa yapısı" yla ve ancak ölümünün üzerinden 12 yıldan fazla süre geçmesine rağmen dinmeyen "Turgut Özal'a husumet" le kendini dışa vuran "değişim düşmanlığı" ve "statüko zaptiyeliği " yle mümkün olabilir.
Çandar'ın bu yazısının nedeni, özellikle Oktay Ekşi'nin Hürriyet'te yayınlanan yazısındaki şu ifadelerdi:
- Artık iyice çığırından çıkan "silahlı magandalık " olayları ister istemez aklımıza Turgut Özal'ın başbakan olduğu 1980'li yılları getirdi. Her fırsatta "vizyon sahibi " olduğundan söz edilen muhterem, nedense halkımızı silahlandırmaya pek meraklıydı.
Basındaki bir diğer gerginlik, Ahmet Hakan ile Ahmet Taşgetiren arasında sürmekte.
İktidarı eleştiren yazısı Yeni Şafak'çılar tarafından sert bulunup yayınlanmayan Taşgetiren'i, Ahmet Hakan Hürriyet'teki sütununda eleştirmişti. Bunun üzerine Taşgetiren Yeni Asya'da Hasan Hüseyin Kemal'le yaptığı söyleşide şöyle konuşmuştu:
- Ahmet Hakan'a bu yazı neden yazdırıldı, neden yazdı? Çünkü Taşgetiren'in bir tesiri oluştu. Bu parti bünyesinde ve AKP tabanında problemli bir iş haline geldi. Şimdi olayı kurtarmaya çalışıyorlar. Etkiyi azaltmak için bir tetikçilik denemesi yapıyorlar. Açıkça söylüyorum bu yazı bir tetikçilik denemesidir. Ahmet Hakan'a çok şey söyleyebilirim..
Ahmet Hakan da dün Hürriyet'te Taşgetiren'e şu cevabı verdi:
- Aslında hepimizin vicdanlı, klas duruş sahibi, sonuna kadar güvenilir, halim selim, anlayışlı, kalender, tevazu sahibi bir 'Ahmet Abi' si vardır. Benim için Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, bir parça işte böyle bir şeydi. Ve fakat. Artık onun, böyle bir şey olmadığını üzülerek fark etmiş bulunuyorum. Demek ki o halim selim, yürek burkan, romantik üslubun, ucu kendisine birazcık dokunan bir eleştiri karşısında ne hale gelebileceğini sınamak gerekiyormuş.
Engin Ardıç'ın Akşam'daki medya eleştirileri ve zaman zaman belirli isimleri ağır dille hedef alan taşlamaları ilgi çekmeye devam ediyor. Son olarak, "Donla denize girmek" konusunda onunla görüş ayrılığına düştüğü için, Akşam'dan ayrılırken Ardıç'ı da suçlayan bir meslektaşına şu cevabı vermişti: Yoksa yazılarını gazete yönetimi genellikle çok uzun bulduğu ve kısaltmanı istediği için gazeteyle sorunun vardı da, kapıyı vurup gitmek için beni mi bahane ettin? Bir internet sitesinde de senin 'duygusal bir Anadolu çocuğu' olduğun için böyle yaptığını söylüyorlar.
Bir an önce bundan kurtulup 'mantıklı bir şehir çocuğu' olmanı samimiyetle dilerim aziz kardeşim... Ruhsal sorunların varsa da iyi bir doktor tavsiye edebilirim.
"Can sıkıntısı krizi" nin yan sonuçlarını sergileyen bu örnekleri sonsuza kadar sıralayabiliriz. Ama bugünlük bu kadarı yeter.