"Acemice çizilmiş aylar ve yanlış yıldızlar, fakat ne kadar çok Osmanlı bayrağı var.
Sofra dağ çiçekleriyle bezenmişti. İçki yerine soğuk su, temiz ayran. İki tarafımda Tanzimat'tan kalma bir sürü insan var. Sultan Aziz terzilerinin elinden çıkma efendiler, sizin susmanızı kendi aleyhlerinde bir düşünüş sandıklarından, hepsi söz bulmak ve terkip yapmakla meşgul...
Cemal Paşa ayakta idi...
Muhterem efendiler dedi; bugüne kadar Lübnan'ın büyük bir acısı vardı; Lübnan mustarip idi. İşte ben bu ıstırabı dindirmeye geldim. Size haber veriyorum ki, Lübnan artık Konya kadar Osmanlı'dır."
***
Geçen akşam,
Falih Rıfkı Atay'ın
"Zeytindağı"nı açtım, yukarıdaki
satırları aradım, buldum.
Tabii Cemal Paşa fena yanılıyordu...
Çünkü yıkıcı bir savaşta
"sosyal inşa" olmayacak şeydir...
Olay şu...
Malum, Falih Rıfkı anlattığı dönemde yedek subay olarak Suriye-Filistin cephesinde Cemal Paşa'nın özel kâtipliğini üstlenmişti...
"Zeytindağı" adlı hatıralar kitabı çok açıktır ki, yayımlandığı 1932 yılının Kemalist atmosferini taşır.
Yani
"yeniden dizayn edilmiş" hatıralardır.
Bunu aklında tutarak okuyacaklara kitabı tavsiye ederim.
***
Mesela Falih Rıfkı'nın
Birinci Dünya Savaşı sırasında bölgedeki varlığımızı şu sözlerle tasvir edişi bir hakikattir:
"
Geç kalmıştık. Artık ne Suriye ne de Filistin bizimdi. Rumeli'yi kaybetmiştik.
Bir realite hissiyle değil,
bir tarih hissiyle kendimizi zorluyorduk (...)
Halep büyük bir şehir,
Şam büyük bir şehir,
Beyrut büyük bir şehir,
Kudüs büyük bir şehir ve hepsi ağyardı. Lübnan havası, bize Dobruca havasından yüz kat daha yabancıydı..."
Osmanlı'nın
Doğu Akdeniz ve
Arabistan çöllerindeki etkisi çok daha önce dağılıp kaybolmuştu:
"Mısır'ı fethe çıkan Cemal Paşa, Kudüs'te, Şam'da, Lübnan'da, Beyrut'ta ve Halep'te oturduğu zaman, bir işgal ordusunun kumandanı gibi bir şeydi."
***
Kitabın henüz başlarında yer alan şu satırları da çok çarpıcı bulurum...
Yazımı da öyle kapatayım...
"
Şimdilik İstanbul'un büyük ideali: Beyoğlu'nu fethetmek!..
Vatan kaybı İstanbul'da çabuk unutulur. Balkan Harbi'nden şehirde canlı bir hatıra kalmıştı: Edirne!
İşte tam bu sırada Büyük Harp çıktı...
Tepebaşı bahçesinde her gün görmeye alıştığımız Fransız ve İngilizler, birkaç gün içinde ortadan kayboldular."