On iki yıl kadar öncesi...
Çeşme'nin en güzel kumsalında şiltemi sermiş güneşleniyorum.
Sezon başı ve şezlong tüccarları henüz tam tekmil çalışmaya geçmemişler...
Hava çok güzel; hafif bir meltem suyun tüylerini ürpertiyor.
Bakması bile keyifli...
Uzaktan tanıdığım üç beş delikanlı geliyor yanıma...
O zamanlar pek moda olan rengârenk ve pek şık sörf şortları ve şimdiden yanık tenleriyle pek havalılar.
Selamlaşıyoruz.
"Hemen suya girin, tadını çıkartın" diyorum.
İçlerinden biri yüzünü ekşiterek "Biz sevmiyoruz" diyor; "Güneşlenip kaçarız."
Tuhafıma gittiğinden soracağım tutuyor:" Neden?"
"Sörf dalgası seviyoruz biz" diyor delikanlı; "Bu deniz göl gibi bir şey!"
Gözbebeklerinden Hollywood gençlik filmleri geçiyor, alnında altyazıları görüyorum...
"Kaliforniya'da bulundun mu?"
"Seneye okul bitince gideceğim; deniz dediğin okyanustur."
İyi de bu deniz de çok güzel falan diyecekken, vazgeçiyorum.
Düşünceler, hayaller, zevkler nasılsa uçup gitmiş, benim söyleyeceklerim gülünç kaçar...
***
Ne alakası var, diyecekleriniz olacak, biliyorum...***
Bu meselenin çözümünün KAAN'ı yapmaktan bile zor olduğunu kabul edelim.
Onlara kızmak veya dalga geçmek fayda etmiyor; hep ofsayt!
Şükür ki, topraklarımız işgal altında değil ama zihinlerimizin işgal edilmediğini kim iddia edebilir?
***
NOT DEFTERİ
Şimdi barış ancak yeni bir tartışma için soluklanma ânından başka bir şey değil. (ÖMER. F. OYAL / Ferahlık Anına Övgü)
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Haşmet Babaoğlu | Ülkelerini zerre sevmiyorlar, uçağı nasıl sevsinler