Şok...
Kaçış dürtüsü...
Aynı anda içten içe insanın ayaklarını kilitleyen bir teslimiyet hissi...
Akıl erdirememek...
Upuzun, bitmek tükenmek bilmeyen bir an.
Kükreyen doğa, insan elinden çıkmış her şeyin gürültülerle dağılışı...
Ve yıkım...
Yaşamayanlar asla tam olarak anlayamayacaklar yaşayanların ne yaşadığını...
***
Peki deprem anına değil de sonrasına tanık olanların, mesela
depremin ardından felaket bölgesine gelenlerin hâli nedir, ne olur?
İşte orada herkes ayrışır.
Her sosyal kesim, her kültürel tasavvur, her eğitim şartlandırması, her kişisel ruh durumu farklı
bakıp farklı idrak ediyor.
Sınıfsal ve kültürel reaksiyonlar benim için düşündürücü özellikler taşır.
Bütün bunlar
toplumun şaşmaz bir zihinsel haritasını çizerler.
Mesela "şehirli/beyaz" ve ünlü bir gazetecimiz enkazların arasında dolaşırken birden duraksıyor.
Bir büyük şehir belediyesinden yardıma gelmiş ve enkazın başında bekleyen iki işçiye doğru yürümeye başlıyor.
Kameramanına da çekmesi için işaret ediyor.
Enkaz korkunç gerçekten de...
"Kaç bina varmış burada?" diye soruyor.
İşçiler soruyu duymamış gibiler; onların zihinlerini başka bir "hakikat" işgal ediyor çünkü.
Bir işçi
"Burası kuyumcuymuş?" deyip çevreye yayılmış metal kasaları işaret ediyor:
"Bir an, birkaç dakika yetti işte, bütün o kasaların içindekileri değersiz kılmaya..."
Gazeteci önce anlamıyor söyleneni, sonra "Canım bu binaları böyle kötü yapan herhalde o kasaların sahibi değildir" cevabını veriyor.
Dünyalar, sınıflar, bakışlar oracıkta, o cümlelerde ayrışıyor.
Depremin yıkımı orada, o an
"karakter" değiştiriveriyor.
***
Depremden çok kısa süre sonra
Adıyaman'a giden bir arkadaşım döndü.
Şöyle anlattı...
"Sadece soğuk ve sis vardı, göz gözü görmüyordu. Herkes bir kıyamet yaşadığından emindi...
Sis dağılmaya başladığında işittik;
bütün şehirden insanın içine işleyen bir ses yükseliyordu; çünkü her binanın başında yaşlılar oturmuşlar Kuran okuyorlardı.
Ürperdik.
Sonra bize de öyle bir güç geldi ki...
Birkaç kişi önümüze çıkan enkazlara daldık, canlı cansız o kadar çok depremzede çıkardık ki, anlatamam abi!"
İçimden (biraz da dil oyunu yaparak) "İşte aslında orada bir
makam varsa, budur" diye geçiriyorum.