"Bu devirlerde filozof sersem, diplomat sarhoş, âlim katil, sanatkâr deli ve halk iradesizdir. Galiba zaman denen sihirbaz, haddini aşmış tekâmülleri, hayatın esrarlı bünyesinde gizli gizli ura çevirmekte...
Çare yok, dünya urunu kusacak."
Necip Fazıl, 13 Nisan 1939'da bu notu düşüyor.
İkinci Dünya Savaşı'nın fitilini ateşleyen olaya; Alman ordusunun Polonya'ya girişine henüz üç buçuk ay var...
***
Daha önce de Necip Fazıl'ın
"Savaş Yazıları"ndan söz etmiştim, hatırlarsınız...
1939'un başından itibaren "Bundan sonra duyulacak ilk tokat şaklayışını, bıçağın çekilmesi takip edecek; dünya
misilsiz bir boğuşmaya doğru gidiyor" diye yazmıştı da, bütün
Babıali biraz mübalağa bulmuştu bunlarda...
Sabah kalktım...
Bilmiyorum artık hangi hisle, kitaplığımdan derlemenin birinci cildini çekip çıkardım; sayfalarını karıştırmaya başladım.
Altını çizdiğim bazı satırları buraya aktaracağım.
Mesela 15 Nisan'daki notu ilginç üstadın...
"Bizim tarafımız bence hakem sandalyesi olmalı... Bütün dünya dinlenirken biz savaştık, şimdi de bütün dünya savaşsın, biz dinlenelim. Dinlenelim ki, arada bir
iskemlemizden doğrulduğumuz vakit, Gulliver'in devleri kadar göze heybetli görünelim."
Birleşik Krallık ve
Fransa'nın artık resmen
Almanya'ya savaş ilan etmek zorunda kaldığı gün; yani 3 Eylül'de yazdığı şu cümleyi ise ayrıca önemserim:
"Hadiseler beni teyit etti.
Gaibden haber vermek sanatı değil, göz sahasında körler gibi dolaşmamak gayreti bu..."
***
14 Mayıs 1940...
Savaş bütün ağırlığıyla dünyanın üzerine kapanmış artık.
Almanlar bir ay kadar sonra Fransa'da zaferlerini ilan edecek.
Her nedense...
Babıali ve
Ankara, harbin
Balkanlar'a yansımayacağı iddiasında.
Buna kızan Necip Fazıl ise şunları yazıyor: "
Hadiselerin önünde koyu ahmaklarla ileri akıllılar yürür. Ahmak olmaktan korkan ve akıllı görünmeye cesaret edemeyenlerin yeri hadiselerin arkasıdır (...) Harp, gayesine ulaşmak için Balkanlar'dan geçmeye mahkûmdur."
***
Meraklısına bu derlemeyi tavsiye ederim...
Ben üstadın 22 Ekim 1940'taki şu satırlarıyla kapatayım: "
Almanların gidiş tarzı, nasıl derin ruh ve kafa
edebine riayet etmeden çatlayacak
kadar şişmekse,
İngilizlerin gidiş tarzı da,
daima olduğu gibi düşmanlarını
kendi hırs deryaları içinde
boğup tüketmektir."