Çok şey değişti...
Ama hâlâ aynı dünyadayız...
İlk atom bombasını Hiroşima'nın üzerine bırakan pilotun "hapishane"sindeyiz hepimiz...
Hani gazeteciler uçuş boyunca aklından neler geçirdiğini sorduğunda, "Evdeki buzdolabının kalan 175 dolarlık taksitini düşünüyordum" deyişindeki dünya...
Pis bir dalgacılık mı? Öyle...
Bir tür misyoner kayıtsızlık aynı zamanda...
Sersemlik belki...
Ama en çok da "gündelik hayat mahkûmu" olma gerçeği...
***
Haydaa!***
Doğruya doğru...
Üzerine konuşsak da ne fark ederdi zaten!
Bugünün nükleer tehdit kapasitesi de (gülünç ama) bir "uluslararası ilişkiler" konusu sayılıyor.
Alman filozof Günther Anders'in deyişiyle günümüz insanının çok ciddi, çok sıkıntılı bir körlüğü var: "Kıyamet körlüğü..." Çağa "endişe çağı" diyoruz.
Olur olmaz şeyler kaygılanmamıza yol açıyor.
Ama "kıyamet körlüğümüz" yüzünden korkulması gereken şeylerden; mesela insanlığın tümünün yok olabilme ihtimalinin sahiciliğinden korkmuyoruz.
Dehşet diyoruz ama içimizde hiçbir duygu doğru düzgün titreşmiyor.
Kayıtsızız aslında...
Belki bu yazım da bir grup okur tarafından bir tür yazar hoşluğu(!) gibi algılanacak...
Algı tarlaları çok önceden ve öylesine güçlü biçimde sürülmüş ki...
***
NOT DEFTERİ
On binlerce insanı öldürebiliriz. Hiç pürüz çıkarmadan hepsini yok edebiliriz. Yok etme kapasitesini artırmayı hiç dert etmiyoruz. Ama kendi ölümünü düşününce korkuyor insan (...) İnsanın, insan olma özellikleri yok artık. Burada çalışıyor, öte yanda hissediyor. (GÜNTHER ANDERS /
İnsanın Eskimişliği)