Bizi bu güzel havalar değil, bu güzel klişeler mahvedecek, kesin.
"Değişmeyen tek şey değişim"miş...
Ah! Ne parlak söz!
Ve nasıl da her şeyi şair ruhlu bir fizikçi ile hiperaktif bir filozofun ortaklığına teslim ediveriyor.
Okumuşlar nasıl da seviyorlar bu sözü...
Nasıl da gözlerimizi kör ediyor bu klişe.
Oysa sadece her sabah aynaya bakıp mutlak değişimin ne yönde olduğuna baksalar değişim gerçeğini derinden kavrayacaklar ama nerde!
Buradaki "hinliğin" farkında mısınız?
Nazımızın en yakınlarımıza geçmesi gibi...
En çabuk ve kolayca değiştirdiklerimiz de maalesef "iyi şeyler" oluyor.
***
90'lı yıllar...
Güzelim
Yeni Yüzyıl gazetesindeyim.
Her şey gayet iyi gidiyor ama yine o klişe baskısını hissettirmeye başlıyor. Üst yönetim, toplantılarda "Sayfaları falan biraz değiştirin, yeni bölümler koyun, değişmek gerek" isteğini dile getirmeye başlıyor.
İşte o zaman oturup hayatımız üzerine bu yazıyı yazıyorum: "İyi şeyler de değişsin mi?"
Yukarıdaki satırlar o yazıdan...
Yazının sonlarına doğru da şu notu düşmüşüm:
"Maksat değişiklik olsun mu? Kötü olan hiçbir şeyi yerinden bile doğru dürüst kıpırdatamazken..."
***
Geceleri yine çekmeceleri karıştırmaya başladım; eski yazılarımın
kupürlerine bakıyorum.
Vatan gazetesindeki yazılarımdan birinde erkekler ve kadınların tıbbi müdahale karşısındaki tutumlarına değinmişim.
Bir paragrafta şöyle diyorum...
"
Kadınlar için tekrarlanan tetkikler giderek ilgi ve ihtimama dönüşür.
Yavaş yavaş, sindire sindire iyileşmenin sevincini yaşarlar.
Fakat şu erkekler ve zihinlerinin derinlerine kazınan iktidar belası yok mu! Hekimle karşılaşmak
bir tür iktidar hırlaşmasıdır. Tıbbi tetkikler
aşağılanmak gibi gelir birçok erkeğe;
o yüzden acile gidinceye kadar hastalık
belirtilerini yok sayarlar."
Tabii pandemi sonrası artık bu
meseleye başka bir gözle bakıyorum,
onu da ayrıca yazmalı bir ara...
***
Ve 2006 yılından eski bir yazım çıktı karşıma...
Hatıraların tatlı esintisi içimi ferahlattı...
"
Taş duvarda asılı kurutulmuş biber demetini gözlerimle okşamayı
ihmal etmiyorum. Bahçeye açılan
kapının camına çocuklar gibi burnumu
dayayıp dışarı bakıyorum. Rüzgâr var. Sonra tezgâhtaki kavanozu açıp
zencefilli kurabiyelerden birini ağzıma atıp
damağımda eze eze tadını çıkarıyorum. Burası neresi mi? Sonra söylerim."