Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

Yalanda Oxford seviyesi

Bize anlatılan "gerçekler" ne kadar gerçek diye konuşup duruyoruz ya...
Yalanların öyle bir derdi yok.
Hele yalancılık artık "level üzerine level" atlıyor.
Şimdi haklı olarak politik/sosyal bir konuya giriş yaptığımı düşünmüşsünüzdür.
Eh, politika sahnesiyle bizim kişisel hayatlarımızın küçük sahnesinin bağı kuvvetlidir.
Ama bugün anlatmak istediğim kendi halimiz, çevremiz, ilişkilerimiz...

***

Öyle bir "mitomani" (hikâye uyduran ve uydurduğuna neredeyse kendi de inanan yalancılık) çağındayız ki...
Yaşı müsait olanlar, hatırlar...
Eskiden bir dostumuzun şiddetli bir yalanı ortaya çıktığında kahrolur, hatta yataklara düşerdik.
Şimdi şöyle bir üzülüp kendi hayatlarımıza geri dönüyoruz.
Bir zamanlar gençler "Bakkala kadar gidiyorum" deyip arkadaşlarıyla buluşmaya çıkar, gözleri saatte, huzursuz bir halde çarçabuk dönmeye çalışırlardı.
Ama ne oldu?
Mezarlıkta çiçek satan annesine "Oxford'da tıp okumaya gidiyorum" deyip başka şehirde çalışmaya giden ve böyle beş yıl geçiren çocuklara kadar geldik.
Şaşırdık mı?
Ben kendi payıma hiç şaşırmadım...
Çünkü etrafımdaki gençlerden "hikâyeci yalancılığa" o kadar aşinayım ki!

***

Ah şu medyanın özel günlere ve klişelere uygun hoşluklara kapılma, böyle hoşluklar kurgulama hastalığı!
Çalışan Kadınlar Günü'ydü ya...
Gidip Antakya ilçesinin Asri Mezarlığı'nda 15 yıldır çiçek satan anneyi buldular, o da kazandığı parayla çocuklarını okuttuğunu, hatta bir kızının 5 yıldır Oxford'da tıp öğrenimi gördüğünü söyledi.
Bütün memleket bayıldı.
Eğitim denilince...
Hele hele Oxford denilince akan sular durur ya...
Ulusal medyamız ve internet siteleri bayıldılar bu habere.
Tabii sonrası malum...
Henüz bir pasaportu bile olmayan ve İstanbul'da emlakçıda çalışan kız ortaya çıktı, "Annemi üzdüğüm için çok kötü hissediyorum. Bir hikâye uydurdum" dedi.

***

Gündelik hayatımızı saran yalancılığın nasıl bir tehlike içerdiğine yıllardır bu köşede dikkat çekmeye çalışıyorum.
Neden?
Çünkü yalan sadece gerçeklerden kaçışın değil, sevilmenin, beğenilmenin, zekânın, becerinin temel harcı olup çıktı.
Hele sosyal medya bir tür "yalan rüzgârı!"
Öyle bir esiyor ki, hepimiz sersem gibiyiz.
Yatışır mı bu rüzgâr?
Yatışırsa nasıl yatışır?
Cevabı siz verin!

Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA