"Nasıl bir dünyada yaşıyoruz biz?" sorusunu gerçekten hissederek bir kere bile sormamıştık ki, pandemi patlak verdi ve "Ne yaşıyoruz biz?" sorusuna geçiverdik...
Entelektüeller klişelerle dolu cilt cilt kitaplar yazdılar, aynı klişelerle medyaya hükmettiler, kendi aralarında sabahlara kadar gevezelik ettiler...
"Kapitalist sistem" deyince iş bitiyordu.
İyi de, "işte kapitalizm" demek, hem teşhis hem de tedavi olabiliyor muydu? İşin o yanı kendi aralarında hırslı ve hazlı bir kavgaydı, o kadar. Sonrası, kadehler tokuşturulsun, maaşlar yatsın, krediler ödensin, zaman geçsin dünyası...
Zaten sokaktaki insana hiçbir fikirlerini aktarmayı beceremediler. Gün gün ölen ve bütün vârislerini de kendisiyle birlikte öldüren yeni kapitalizmi anlayıp anlatamadılar.
Ve zevzeklik (Zizek'lik) ile 30 sayfalık makalenin ancak son paragrafında anlamlı iki laf edebilen akademi arasında harcanan 21. yüzyılın ilk yirmi yılı...
Şimdi pandeminin açtığı kapının ötesinde bir gelecek görünmüyor. Manzara muğlak. İçeri giren rüzgârla ürperirken "Bari eskiye dönebilsek" diye mırıldanıyoruz. Eskisi sanki marifetmiş gibi... Nasıl acıklı! Nasıl çaresizce!
***
Aklımız hep sanayide, hep üretimdeydi. Her şeyin "hizmetler" üzerine inşa edilmeye başladığını fark ettiğimizde geç kalmıştık. Şimdi yeni bir aşamadayız: Teknoloji şirketleri hizmet sektörünü (ve elbette bu yolla insan yaşamını) dönüştürüyor. Nasıl mı? Öldürüp yeniden ve "ruhsuz" diriltme tekniğini kullanıyorlar.***
Aynı teknik yeryüzü için de uygulanıyor: Çevreye ve iklime zararda şampiyon şirketler şimdi "iklim değişikliğiyle mücadele" yarışında en önde koşuyorlar. Değişim, katillerin elinden geliyor. Güvenilir mi? Cevabı siz verin...***
İnsan... Ah, insan! Nasıl da yapayalnız bırakıldın!***
Ölümden kaçışımız yok. Bunu biliyoruz. Fakat sanıyoruz ki, toplumlar kaçabilir. Fena yanılıyoruz.***
Vahyi okurken her seferinde atladığımız satırlara, yani "helak edilen" topluluklar bahislerine dikkatle bakma zamanıdır artık...