Hatıralar olmasa ne yapardık...
Öyle bir yaştayım ki, esas hayatı hatıralarımda buluyorum.
Hele sevdiklerimden bana kalan hatıralar...
Hepsi şimdi dipdiri, canlı, konuşkan, sıcak.
Artık içinden sürekli dalgınlıkla geçip gittiğim hayata gelince, bana çok solgun, çok soğuk geliyor çoğu zaman.
Lakin bir de "bu kadar hatıra yetmiyor, keşke daha çok biriktirseydik!" diye dertlendiklerimiz vardır.
Şu dünya gurbetinden ayrılmış kaç dostumuzun arkasından böyle yakınmışızdır, bilemiyorum.
Ah Kekeç!
Ah Ahmet!
Benim içimi yakan bu işte!
Yetmedi yani...
Yetmemiş...
***
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Sen hep aynı yerdeydin...
***
Dilim tutuk.
Kelimeler duygularıma da, düşüncelerime de kifayet etmiyor.
En iyisi, burada keseyim...
Elbet hatıraların yazıya dökülmek için sıraya gireceği günler gelecektir.
Şimdi sessizce dua etme vakti...
Sen esas yurdumuza doğru yoldasın artık.
Ölüm hak.
Ölüm vuslat.
*
NOT DEFTERİ
Bir banliyöde oturuyorum. Evim iki çeyrek odalı. Önünde küçük bir bahçe var. Teneke kutuların içinde çiçek yetiştiriyorum. Bahçeyi çevreleyen briket duvarın üzerinden deniz görünüyor.
"O deniz değil" diyor Hidayet.
"Ne?"
"Göl... Küçükçekmece Gölü."
(AHMET KEKEÇ / Kanamalı Haydut- Turkuvaz Kitap)