Basmakalıp kültürel yargıları severiz.
Rahatlatıcıdırlar...
Zihnimizde kaotik bir fırtınanın esme ihtimalini bir anda silerler.
Üstelik güven de verirler...
Karanlık labirentlerde sorular sorarak dolaşmanın ne âlemi vardır! Bu budur, şu bu kadardır, zaten öyledir, işin gerçeği odur, falan dersiniz ve sonra söylediğinize sırtınızı dayayıp keyfini yaşarsınız.
Ama bir an gelir...
Yıpranmış klişe yargılar bizi tuzağa doğru iter; zihnimizi bulandırır, olaylar bu yolla unutulmaya terk edilir ki, işte o fenadır.
Oysa Başkan Erdoğan'ın Washington Post'a yazdıkları arasında geçen bir cümle yeterince kritiktir: "Hiç kimse bir daha bir NATO müttefikinin toprağında böyle bir suç işlemeye cüret etmemelidir."
Bu cümlenin yol açtığı sorular önemli.
İşin içinde bir ya da birkaç NATO müttefiki mi var?
Ya da cinayetin arka planı NATO'nun gelecek planlarıyla doğrudan ilgili mi?
Dahası...
Erdoğan'ın gayet sert biçimde "bir daha olmasın!" uyarısı yaptığı açık.
Bu uyarı aslında muhtemel tekrarlara mı işaret ediyor?
Hepsi bir yana...
Türkiye'nin dost yüzlü düşmanlarını yavaş yavaş diz çökmeye zorladığı ve Akdeniz'in iyice ısındığı bir dönemde her şeyden önce "bu cinayet için neden İstanbul seçildi?" ve "Kim seçti?" sorularını masada tutmak gerekiyor.