Artık elimi ayağımı çektiğim kalabalık davetlerden biriydi.
Önemli bir yerel yöneticiyle tanıştırıldık.
Çevresi kalabalıktı. Henüz el sıkışıp hal hatır soracaktık ki, araya birileri girdi; mırıltılar, kulağa fısıldamalar, başka bekleyenlerin varlığı falan derken, toplu halde ayrıldılar.
Zor işler, sıkıcı sosyal sorumluluklar malum.
Sonra bir baktım ki, sosyal medyada benimle karşılaşıp "hasbıhal ettiği"ni anlatmış.
Keşke ama söyleş(e)medik ki..
Dertleşmenin yanından bile geçmedik.
Dostça konuşmak mı?
Sadece üstünkörü tanışmıştık.
***
Şöyle hepimiz için pek tanıdık tablolar da ekleyebilirim...
Vekil bey uzak akrabasının beyaz eşya dükkânının açılışına geliyor.
Gösterişli çiçekler, balonlar, gıcır laci takım elbiseler, siyasi imalı jestler, vs.
Hoş beş ve fotoğraf çekiminden sonra vekilimiz sokakta birkaç kişinin elini sıkıp hızlı adımlarla ayrılıyor.
Bir gün sonra da Twitter'da şöyle bir yazı: "
Mahalle sakinleriyle hasbıhal ettik."
Anlayacağınız, bu kalıp çok yaygın.
Ama "
hasbıhal" kelimesi kopyalandıkça naylonlaşıyormuş falan kimsenin umurunda değil.
***
Neden böyle?
Belli ki bir eksiğin farkındayız.
Kendimizi içinde güvende hissettiğimiz dar çevrenin dışına çıkmaktan ürküyor ve yakından tanımadıklarımızı dinlemekte zorlanıyoruz.
Çok sosyal işler yapıyor olmamız aslında yavaş yavaş "
içimize" kapandığımız gerçeğini örtüyor.
Peki "
hasbıhal" kelimesini sık tekrarlarsak, o eksik gedik kapanır mı?
Galiba öyle sanıyoruz.
Ama olmuyor işte!
Hele konu siyaset ve siyasetçiyse problem daha çok göze batıyor.