Bazen çaresizlikten ne yapacağımızı şaşırırız...
Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının kadına karşı erkek şiddetini önlemek için yaptıkları kampanyalarda da aynı çaresizlik duygusuyla karşılaşıyorum.
Kimisi yüzü gözü bir erkek tarafından dağıtılmış kadın fotoğraflarıyla akıl sıra merhamet duygusu uyandırmaya çalışıyor; kimisi hayvanlar dünyasından örnekler getirerek "hayvanlardan betersiniz" demeye getiriyor.
Sonuçta ne oluyor?
Dostlar alışverişte görmüş oluyor.
***
Çünkü olay bu değil.
Çünkü öğüt vermekle olmuyor.
Çünkü "
toplumun aynası"nda kendilerine hiç toz
kondurmayan, sorsan "
pek insan, pek erdemli, pek merhametli"
erkekler konu
kadın (hele sahibi
olduklarını düşündükleri kadınlar)
olduğunda bambaşka ölçülerle
hareket ediyor.
O yüzden de filmlerle, sergilerle, afişlerle erkekleri "ne yapıyorum ben?" diye pişmanlığa kapılıp kendilerine çeki düzen vereceklerini sanmak
saflıktan öteye gitmiyor.
En kestirme yoldan şunu söylemek isterim: Bütün veçheleriyle
şiddeti kışkırtan bir gündelik hayat düzenini sarsamıyorsan,
hakikatte yıkık ve yıkıcı erkeklerin bunun acısını kadınlardan (esasen zayıflardan) çıkartmasını da önleyemezsin.
***
Kadına karşı şiddetin "
gelişmiş toplum/ gelişmemiş toplum" diye bir ayrımı yok.
Daha iki gün önce
Macron kadına karşı şiddeti "
Fransa'nın büyük utancı" olarak lanetledi. Nasıl böyle ifade etmesin! O ülkede
her üç günde bir kadın kocası ya da sevgilisi tarafından öldürülüyor.
Tabii bizdeki iflah olmaz biçimde "
ecnebi" kafalara gel de bunu anlat!
İskandinav kasabalarında her iki haneden birinde kadınların dövülmesini dahi bir gerilim romanı fantezisi sanıyorlar.
Oysa soru şu: Neden onca patırtıya, onca "
bilinçlendirme" çabasına, onca
hukuksal iyileştirmeye rağmen günümüzde hiçbir toplum bu noktada bir
ilerleme kaydedemiyor?
Buradan başlarsak, belki bir çıkış yolu buluruz.
Yoksa ne muhafazakâr ketumlukla yol alabiliriz, ne de eski kuşak feminist eşitlikçi perspektiflerle...
İki adım ileri gidilmediği ortada zaten.