Şimdi yaz... Tatil matil mevsimi ya... Tatil olmasa bile mevsim davetkâr, güneş iç ısıtıyor, duygusal beklentiler zirve yapmış halde ya...
Çok çabalıyoruz...
İyi hissetmek için...
Mutlu olduğumuzdan emin olmak için...
En azından şu an, şu sıralar, şu gün dünyanın müşfik, bizim güzel, etrafımızın sakin olduğuna inanabilmek için...
Neşelenmek, azıcık olsun eğlenmek için...
Öyle çırpınıyor, kendimizi öyle paralıyoruz ki...
Sonunda tabii bitkin düşünüyoruz.
Gerginlik de cabası.
Ne mutluluk kalıyor, ne de "iyi hal" denilen şey.
Yalan mı?
***
Bazen
sosyal medyanın ve paylaşım sitelerinin sırf bunun için icat edilmiş olabileceğine inanasım geliyor.
Çünkü böyle durumlarda derhal imdada yetişiyor.
Fotoğrafta iyi bir kadraj...
Üç dört kışkırtıcı ve pırıltılı söz bizi bile ikna ediyor, yatıştırıyor, o ana kadarki sıkıntıları geri plana atıveriyor.
Bilumum arızalar, yüklü faturalar, her şeyi berbat eden kalp kırıklıkları fotoğrafta çıkmıyor nasılsa.
Ama tuhaflık şu ki...
Uydurduğumuz hikâyelere, yalandan gülümsemelerimize,
hiçbir sebebi olmayan taşkınlıklarımıza inanmaya başladık.
İçine düştüğümüz halin listesini yapsam sonu gelmez.
İlk üçte şunlar var...
Problemleri çözmek yerine problem yokmuş gibi yapmak...
Kalbine yol açmak yerine koluna kalp dövmesi yaptırmak...
Beş günlük tatilin güzelliği uğruna geri kalan 360 gününü berbat bir düzene teslim etmek...
***
Bir de gözlerimizin yeni işlevi var elbette.
Gülünç aslında.
Neden?
Çünkü
artık onları da kamera gibi kullanmaya başladık.
Yani bakışımızın da kadrajı var ve çok önemli.
Şurada bir insan çirkinliği mi var, kamerayı oradan kaydır...
Burada tat kaçıracak bir görüntü mü var, sakın kadraja alma...
Yine de olmadı mı?
Yapraklar rüzgârda hışırdamıyor mu? Deniz çok mu bulanık?
Nereye gitsen gürültü kulaklarını sağır mı ediyor?
İçinden şiirsel bir şeyler söyle, hatta sosyal medyaya yaz...
Yapraklar hışırdasın, su berraklaşsın, etrafı sessizlik sarsın.
Sonra?
Sonrası...
Büyük bir aldanış.
Bak şimdi!
Şu cumartesi günü...
Sabah sabah tat kaçırdık!