Bir gürültü problemimiz var, kesin.
Gürültülü bir hayat yaşadığımız da, açık.
Hemen hepimizin ara ara "bir parça sessizlik" diye yalvar yakar olmamız boşuna değil.
Fakat gürültü ne? Neye gürültü diyoruz?
Orada işler yine karışıyor.
Çünkü biliyoruz da kimselere itiraf edemiyoruz; bazen o şizoid sessizlikler; o içten pazarlıklı suskunluklar kulaklarımızı fena tırmalıyor.
Yine de gürültü var.
Hele şehirlerde...
Dümdüz gürültü...
İnsanın üzerine üzerine gelen bir ses yığını...
Çünkü o yığın yüzünden sesleri, imaları, işaretleri, anlamları ayırt edemez oluyoruz.
O kadar ki, bu gürültü içinde varoluşumuz "uyuşuyor"; bir büyük makinenin parçası haline geliyor sanki.
Uzun konu...
Ben yine de esas zihnimizin içindeki gürültüye daha çok dikkat çekmek isterim.
Genç kuşakların bir kitabın tek bir sayfasını bile baştan sona okumaya odaklanmasını önleyen şeyin içlerindeki bağırış çağırış olduğunu daha ne kadar görmezden geleceğiz?
Herkesin bir ağızdan konuştuğu ama kimsenin birbirini dinlemediği sohbetlerin aslında gürültüden başka bir şey olmadığını niye anlamak istemiyoruz?
(Haftaya cumartesi devam ederiz.)
***
AYNA
Yolda laf atmak değil, adım atmak lazım. Yoldaysan ve yürümüyorsan lafın manası mı var? ŞİRAZLI SADİ