Gecenin sabaha yaklaşan saatleri...
Belki bir saat öncesine kadar sıkıntılı koşturmalara sahne olan acil servis koridorlarında şimdi çıt çıkmıyor.
Doğru zamanı seçmişim, diyorum içimden.
Sükûnet içinde bir köşede kendimi dinleme arzusuyla doluyorum.
Hemşire serumumu taktıktan sonra kumaş perdeyi çekip ışığı söndürüyor.
Ne tuhaf! Doktora görünmeyi hiç sevmeyen, hastanelere eş dost ziyareti dışında uğramayan ben şimdi şu daracık yatakta beş yıldızlı konfor buluyorum.
Ah, bir de iki üç yatak ötemde içli içli ağlayan minik kız çocuğunun ateşi düşse!..
Onun için dua ederken ağrılarım haşinliğini kaybediyor, huysuz ve eski bir tanıdığa dönüşüyor.
Sonra hemcinslerimin ve kadınların hastalıkla ilişkisini düşünmeye başlıyorum...
***
Biz erkekler "
azıcık dinlen, hasta olacaksın" dendiğinde bile irkiliriz. Uyuz bir günümüzde değilsek veya bir angaryadan kaçmıyorsak, bu lafa neredeyse bilinçdışı bir tepkiyle itiraz ederiz.
Çünkü "
yatmak" ters iştir.
Elden ayaktan düşmek, basbayağı "
düşmek" gibi gelir.
Çünkü ne denirse densin, bir tür "
iktidar mahluku"yuz! Öyle yetiştiriliriz ve biliriz ki, iktidar
diktir, dirlik düzenliktir.
Ama tam da bu yüzden, hastalıklarla ilişkimizi gizlice yürütmeyi isteriz.(Kadınlar açıktan korkusuzca kucaklarlar hastalıkları!)
Bizim için ihtiyarlıkta bu bakımdan ferahlık vardır: "
Yenilgi" artık saklanamayacak kadar çıplak biçimde ortadadır ve hastalıkta bile bir şefkat bulunacaktır.
***
Eminim, farkındasınızdır;
kadınlar ilk şokun hemen ardından hastalıklarını "
kendilerinden bir parça" yaparlar ve bazı ağrıların kucağına kedi gibi sokulurlar.
Oysa biz erkeklerin hastalıkları nasıl da
eğreti, uyumsuz, yabancıdır, değil mi? Düşman saldırısı
sayarız.
Diyeceksiniz ki, son yıllarda erkekler arasında sık rastlanan
hipokondri (hastalık hastası olma hali) neyin nesi peki?
Davranış bilimlerinin bin türlü açıklama çabası var. Fakat bana sorarsanız, bunun sebebi bir tür "
güç yorgunluğu"dur. Bu tatsız ödevden, bu ağır yükten, hatta bu zorunlu "
gösteriş"ten kurtulabilmenin yollarını arıyoruz.
***
Hemşire biten serum torbasını çıkartırken "
şimdi nasıl hissediyorsunuz?" diye soruyor.
İyiyim diyorum.
Ağrımı ya unutmuştum ya da dinmiş; ayrıntısıyla ilgilenmek içimden gelmiyor.
Minik kızın ağlaması da durdu, mırıl mırıl sesler çıkartıyor. Belli ki, ateşi düşmüş.
Şu bir saat içinde cep telefonuma, Twitter'a, memleket haberlerine falan bakma fırsatı bulamamışım.
Zaman durmuş sanki bir anlığına.
Daha ne isterim! Şükür!
(Okurlar için not: Merak edilecek bir şey yok. Basit bir sorundu, geçti.)