Delikanlıya üzülüyorum.
Çırpınıyor çünkü.
Kendileri gibi düşünmeyen herkese "cahil" gözüyle bakan ve halkı toptancı ifadelerle aşağılayan arkadaşlarına kan ter içinde karşı çıkıyor. "Tanımıyorsunuz o insanları" diyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyor.
Hemen yanı başımdaki masada oturuyorlar ve çok yüksek sesle tartışıyorlar.
Kulak misafiri olmamak imkânsız.
Bende de bir saflık var.
İçimden "yahu bitmemiş miydi bu patırtı?" diye geçiriyorum. Sonra aklıma son zamanlarda sosyal medyada iyiden iyiye dolaşıma giren "Anadolu çomarı" lafını hatırlıyorum.
Vee...
İşte tam o sırada...
Aralarından biri "şşşştt!" diye uyarıyor. "Yavaş lan oğlum, yan masada çomar severlerden biri oturuyor!"
Yaşını başını almanın bazen can sıkan ama son tahlilde güzel bir sükûneti var tabii.
İşitmemiş gibi yapıyorum.
***
Geçenlerde Serkan İnci hatırlattı ya...
Bu çocukların dedelerinin, babalarının "
köylü milletin efendisidir" diye diye köylünün arazilerini, zeytinliklerini, bağlarını bahçelerini yıkıp yazlık sitelere dönüştürdükleri yıllar gözümün önünden geçiyor.
Ömrüm
en laik, en Batıcı ve en seçkinci kesimlerin kıyı ve orman yağmasını izlemekle geçti.
Şimdi o yazlıklardan etrafa birbirinden yapay, birbirinden yalancı
çevreci sloganlar savruluyor.
Uzun yıllar süren sınıfsal rantı ve bürokratik zorbalıkla elde edilmiş imtiyazları saklayan bir duygu durumu bozukluğu bu...
Doğrusu, bütün bunları en çıplak haliyle görmek benim için de kolay olmadı.
Hele
hayat denen şeyin içinin eğitimöğretim yoluyla nasıl boşaltıldığını ve geriye kala kala "
tarzı"nın kaldığını ve o yüzden "
hayat tarzı" kavgasının büyük patırtı kopardığını falan anlamam epey zaman aldı.
***
Bidon kafa, göbeğini kaşıyan adam, şimdi de Anadolu çomarı...
Arkası gelir daha!
İşin özü şu...
Söz konusu kesim
halkı aşağılamaya kolay kolay son veremez.
Çünkü o zaman yüzlerini kendilerine çevirmeleri, kendileriyle hesaplaşmaları gerekecek.
Batısız Batıcılıklarıyla, demokrasisiz demokratlıklarıyla, kültür sandıkları sarhoşluklarıyla hesaplaşacaklar.
Çünkü o zaman "
seçkin bir fert" olmak ile "
seçkinci bir mütekebbir" olmak arasındaki uçurumu fark etmeye başlayacaklar.
Eh, bu da en hakikisinden cesaret ister.
Oysa
cesur değil, saldırganlar ve tiksinerek yaşıyorlar.
Yani kendilerinden bile korkuyorlar.