Gencecik, pırıl pırıl iki delikanlı...
Antalya'da kay kay yapmış akşam vakti Alanya'ya dönüyorlardı.
Arabalarını park edip tuvalet ihtiyaçlarını gideren arkadaşlarından ayrılıp asfaltın üzerine uzandılar.
Cep telefonlarına poz vereceklerdi.
Fakat onları fark etmeyen bir kamyonet üzerlerinden geçip hayatlarına son verdi.
Kaza "Antalya'da kan durduran selfie faciası" başlığıyla medyaya yansıdı.
Doğrusu, kaza haberinin hemen ardından twitter ve facebook'ta yer alan kaza yorumları da "kan dondurucu"ydu!
Üzüntünün kıyısından bile geçmeden derhal talihsiz çocukların zekâsıyla dalga geçen sevimsiz tipler ortalığı dolduruvermişti.
Olayda alkolün katkısı nedir diye soran pek çıkmamış ve en tuhafı da şu ki, kamyonet sürücüsünün neden yol üzerindeki hareketliliği fark etmediği konusuyla ilgilenilmemişti.
Yorumlara bakıp "bu nasıl hoyratlıktır!" diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum. Bu insanlar hiç mi 17-19 yaşlarında olmamışlardı?
Neden peki?
Galiba şundan...
Sevinç duygusuyla aramız kötü, unuttuk hatta.
Ya muazzam bir gerilim içinde dişlerimizi sıkarak eğlenmeye çabalıyoruz ya da hoyrat duyguların çukurunda debeleniyoruz.
Bu durumda ne hakiki kedere, ne de empatiye yer kalıyor!
Şüphesiz o iki delikanlının yaptığı büyük hataydı.
Fakat düşünsenize, ne için?
İlerde dönüp baktıklarında köpürte köpürte anlatacakları azıcık neşeli, çokça heyecanlı bir fotoğrafları olması için...
"O gün ne mutluyduk!" diyecek bir anıları olsun diye...
Biliyorum, şu sıralarda "tehlikeli selfie" diye berbat bir moda yayılıyor. Tren yoluna oturmuş tren uzakta gözükmüşken selfie çekmenin falan onaylanıp alkışlanacak tarafı yok.
Şunu da biliyorum...
Sükûnete, sevgiye, sevince inancı kalmayan gençlere popüler kültür bir tür uyuşturucu teklif ediyor: riskin heyecanı ve uçukluk eğlencesi!