Bir türlü doyamıyorlar... Eşyaları, hazları, duyguları, tecrübeleri, hatta eşleri dostları tüketmeye doyamıyorlar.
En çok da mutluluğa doyamıyorlar.
Çarçabuk tüketiyorlar onu da...
Sonra bir daha, biraz daha, daha daha...
Çok fazla mutluluk olsun istiyorlar.
Çelişki gibi geliyor ama bu yüzden çok mutsuzlar.
Neyse ki...
Zeyno Baran ülkesine döndü...
Meşhur Hudson Enstitüsü Avrasya Politikaları bölümünün eski başkanı artık Ortadoğu ve Türkiye üzerine darbeci "dehşet senaryoları"nı ve Bush, Cheney gibi berbat adamlara raportörlüğü bırakmış.
Kendisiyle yapılan röportajlardan öğrendik ki, bundan böyle Nişantaşı'ndaki "şifa merkezi"nde mutluluğu öğretecekmiş.
Meğer Baran, o eski günlerinde "nasıl mutlu olunur?" sorusuyla ilgileniyor ve bu konuda kendini geliştiriyormuş.
***
Onca acımasız rekabet, onca güç, onca parıltı, onca görkem, vs.
Ama
malum sosyal sınıf, sayılıp biriktirilemeyen, yatırımı ve spekülasyonu mümkün olmayan konularda fena çuvallıyor.
O yüzden bu sınıfın oturduğu bir semtte
mutluluk dükkânı açıp birkaçını "
kafa"ya aldın mı, yaşadın!
Hem oyalanıyor, hem de "network"ünü daha da geliştirme imkânı buluyorsun.
Peki nasıl?
Nişantaşı, Ulus "
kişisel gelişim"cilerine bakıyorum da...
Hiç zorluk çekmiyorlar.
Bugün "
karma" felsefesiyle, yarın "
kuantum teorisi"yle (teorik fiziğin has halinin suyunu çıkardılar ya, ona yanıyorum!), olmadı; "
geçmiş hayatlar dizini" gibi abuklamalarla yürüyüp gidiyorlar.
Alıcısı çok!
Tabii aralara
Hıristiyan mistisizmi, Yahudi Kabbalası ve Batı'dan veya Elif Şafak'tan tercüme
Mevlana vecizeleri serpiştirmek çok tutuluyor.
Yeter ki, doğrudan İslam'a atıf olmasın.
O "
cıss!"
O zaman "müşteri"lerin keyfi kaçıyor! Öyle eğitilmişler bir kere, zihinlerine öyle kodlanmış.
Ne yalan söylemeli!
Bu kültürün içine doğmuş olmaktan bin pişman insanları mutlu etmek de kolay değil.
***
Mutluluk için kan ter içinde çabalayıp yorgun düşmek...
Mutluluğu
başarı gibi gördüğün anda zaten
başarısızlığa mahkûm olduğunu bir türlü anlayamamak...
Bunların hepsi
modern insanın en modern kesimlerinin acıklı yanları...
Oysa doymuyorlar, durmuyorlar, yetinmiyorlar, rıza nedir bilmiyorlar...
Sürekli istiyorlar; onu, bunu, şunu, hepsini istiyorlar.
Zaten kendilerinden geri kalana karşı acımasızca kayıtsızlar.
Üstelik ölümden ölesiye korkuyorlar.
Eh, ne mutluluğu, ne huzuru Allah aşkına!
Bu basbayağı "
sahip olma" arzusu.
"
Mutluluk diye bir şey var, ona da sahip olayım" hırsı.
Ötesi hikâye!