7 Haziran akşamından sabaha kadar google'da en çok "koalisyon" kelimesini aramışız.
Acaba nedir, nasıl olur heyecanı tabii.
Genç nüfusuz, normal!
Koalisyonları yaşamış olanlar ise zihinlerinin kuytu köşelerini kurcalayıp durdular. Hani kötü tecrübelerin içine tıkılıp karanlığa terk edildiği kuytulukları...
Bana sorsalar, "ilk önce Cumhurbaşkanı'nın anayasal yetkilerine bakın!" derdim.
Bir de siyasiler var.
AK Parti tek başına hükümet edecek çoğunluğu bulamayınca kendilerini seçimi kazanmış sayıp sevinen tuhaf muhalefet ittifakının üyeleri...
Malum, hiç vakit geçirmeden koalisyon varyasyonları üzerinde çene çalmaya başladılar. Hatta bazıları zafer coşkusuyla etrafa hot zot etmeye kalkıştı.
Onlara da geçmiş olsun!
Çünkü Cumhurbaşkanı'nın Baykal hamlesiyle fiilen başkanlık rejimi başlamıştır.
Masaya getirdikleri pirincin taşını ayıklamakta şimdi çok zorlanacaklar.
***
Peki ne olacak? Bu sorunun
pratik cevabını partiler verecek.
Bir de dış gelişmeler ve dışardan içeriye müdahaleler sonucu geldiğimiz kavşak noktası bakımından bu sorunun "
derin" bir cevabı var. Koalisyon ya da erken seçim, hangisi olursa olsun, tercih artık "
milli" olanla, "
ecnebi" olan arasındadır. (Son kez vurgulayayım; "milli" diyorum, etnik, vs. milliyetçi değil!)
Problem şurada...
CHP ve HDP seçimden çok önce karakter değiştirip
proje partiler haline gelmiş ve "
buralı" olma özellikleri erozyona uğramıştır.
Muhalif seçmen öfkesinin yoğunlaştırılması üzerine kurgulanmış projelerin iş ciddiye bindiğinde gerçekten siyaset yapabilmesi mümkün müdür? Hayır!
MHP ise köklerine dayanarak projelendirmeye direnmiş fakat bu müdahalelerden ciddi biçimde etkilenmiştir. Şimdi bu "
etki"yi bütünüyle bertaraf etmek göreviyle karşı karşıyadır.
***
Türkiye'yi karıştırarak durdurmak isteyenlerin unuttuğu şey
Cumhurbaşkanı'nın seçilmiş olduğu gerçeğidir.
Seçilmiş Cumhurbaşkanı sadece tarihi veya siyasal değil, aynı zamanda
sosyal ve duygusal bir milattır.
Sadece anayasada değil,
sokakta da hâkim bir gücün ifadesidir.
Bunu unutup
nefret hipnozunu sürdürmek isteyenlere hayatın her alanında hüküm süren bir kuralı hatırlatmak isterim.
Nefreti ne kadar yoğunlaştırırsanız, öte yanda da
sevgiye bir o kadar dirilip canlanma yolu açarsınız.
İkisi aynı sopanın uçları gibidir.
Bir bakarsınız...
Sopanın nefret ucu zamanla kararır, çürür. Sevgi ucu hızla yeşerir ve güçlü biçimde filizlenir.