Ne zaman Balkanlar'a yolumuz düşse bir sızı gelir içimize oturur. Keskin bir ayrılık ve hasretten kaynaklanan derin bir sızıdır.
Sanki Osmanlı'nın hayaleti gelir dikilir insanın karşısına. Hesap sorar, türkü yakar, boynunu büker.
Öyle ki, hayalet olduğuna inanamazsın, o kadar canlıdır.
Dün dikkatimi çekti...
Başbakan'la Üsküp gezisine katılan arkadaşlar da benzer duygulardan söz ediyorlar.
Aynı şey uzun bir süre Halep, Musul, Kerkük için; hatta Beyrut için de geçerliydi. Bir Refik Halid Karay romanını okumak bile bu söylediğimi anlayıp hissetmeye yeter.
Çünkü geride bıraktığımız dünya, Beyrut'un semtlerinden tıpkı İstanbul'da Vefa semtinden konuşur gibi konu açtığımız bir coğrafyadır.
***
Peki bu muazzam kaybı nasıl kabullendik ve içimize sindirdik?
Bize hep Osmanlı'nın tarih sahnesinden silinişinin kaçınılmazlığını anlatıp ezberlettiler.
Oysa madalyonun bir de öteki yüzü vardı.
Mağlup olan galip de gelir.
Önemli olan
kazanınca ne yaptığımızdır.
Gerçek şu ki, Balkanlar'ı, Musul'u, Kerkük'ü, Batum'u ve çok daha geniş bir coğrafyayı "
kazanarak" kaybettik!
O topraklar neden hâlâ içimizde sızı?
Çünkü Yunan ordusuna karşı kazandık ama diğerlerine karşı kazanmayı hiç denemedik bile.
Masada kaybettiklerimizi ise yine masada geri almayı beceremedik.
K
ars ve Ardahan'ı alırken Batum'u bıraktık.
Dahası, Batı Trakya da bile plebisit talep ettik.
Şu günlerde haklarında çok dertlendiğimiz
Musul ve Kerkük konusunu ise hiç açmayayım, çok üzülürüz.
***
Bunları okullarda öğretmezler. Çocukların zihni "
Misak-ı Milli sınırları" diye bir kavramla doldurulmuştur ama kayda geçmiş böyle bir sınır olmadığını kimse itiraf etmek istemez.
Ben de Balkanlar hasretiyle dolu yazılar okuyunca bu gerçeği hatırlayıp hafiften sinirlerim ayağa kalktığı için bu konuya giriyorum.
Yoksa
tabudur. Üstelik insanı hemen
Osmanlıcılıkla suçlayıverirler.
Oysa şöyle de sorulabilir:
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti nasıl bu kadar dar bir "istiklal" çizgisini kabul edebildi?
Bu gerçeği şimdi sorgulamayacaksak, başka ne zaman sorgulayacağız?
Geçenlerde
günümüz dünyası petrol kaynaklarının haritasını çıkarmışlardı.
Baktım haritaya...
Bu kaynakların en verimlileri ve toplam üretimin yüzde elliye yakını
son Osmanlı sınırlarının içinde kalıyor.
İyi de, Osmanlı sonrasında ne oldu?
Biliyoruz da, söylemeye dilimiz varmıyor: Bu bölgeler yeni kurulan cumhuriyetin sınırlarına dahil edilmedi, ettirilmedi.