Merhamet ile adaleti sorumluluk alanımızdan çıkartıp atmakla başladı yenilgimiz... Merhamet bir fikir olarak ilahiyat ve etik alanına, eylem olarak da yardım kuruluşlarına terk edildi. Adalet ise siyasetin sözü, hukukçuların işi sayıldı.
Şimdi "ateşin sadece düştüğü yeri yaktığı" ve kayıtsızlığın egemen olduğu bir dünyada yaşadığımıza şaşırmanın ne anlamı var?
***
Merhamet aynı zamanda
bir imkân ve ihtimal olarak muhabbettir.
Düşmana merhametten kalkarak bunu daha iyi anlaya- biliriz.
***
Artık elimizde
kuru kuruya acımak var. Tepeden veya uzaktan; ruhunu eldivenler içinde koruyarak veya durmadan sızlanarak acımak...
Politik bir pozisyon veya medyatik bir promosyon olarak acımak... Onun dahi sonu yaklaşıyor olabilir. Acıma duygusunun yerine sosyal sorumluluk projelerinin soğukluğu geçiyor. Hatta gençler artık haset, hırs ve mızmızlanmanın eşliğinde sadece
kendilerine acıyor.
***
Hayatı doyasıya yaşamak için ölümü yok saymaya çalışanlar korkudan "
ölüyor"lar. Korkuyla kavrulan bir ruh neyin tadını bilip çıkartabilir ki!
***
Modern mahrumiyet... Bilgi var, bilgelik yok; mürid var, mürşid yok!
***
Severken ille de ikna edici bir neden, şık bir poz ve şimdiden ana hatları belirlenmiş bir gelecek arıyoruz. Sizce bu gerçekten "
sevmek" olabilir mi?
***
"
Batılaşmacı oldukları için, hiçbir gayret göstermeden kendilerini İLERİ sayan garip bir çete...
Yerlileşmek, bunlar için öldürücü bir çabaydı. Göze alamadılar.
Alabilmeleri umudu da artık yok.
Şimdiden sonra yalanda, yanlışta, kandırmacada debelenecekler. Kendilerini savunabilmek için ne kadar parlak söz bulurlarsa o kadar daha beter, daha acıklı batacaklar.
Silinip gidecekler. Küçük idraklerini gerçeğin üzerinde sanmanın, gerçekleri fantezilerine benzetebileceklerini sanmanın olağan cezasıdır bu."
(Kemal Tahir, 9 Ağustos 1968 tarihli İlhan Başgöz'e yazdığı mektupta Devlet Ana romanını yerden yere vuran edebiyat çevresi hakkında bunları söylüyordu.)