Bir tanıdık. Çocukluğumun renkli figürlerinden biri...
Okumaya gittiği Avrupa'da iki yıl gezip tozmuş babasının vefatı üzerine geri dönmüş ve sanırım oturduğu semtten bir daha dışarı çıkmamıştı.
O iki yıllık Avrupa macerasını yirmi yıl gibi anlatırdı. Konu memlekete, memleket meselelerine geldi mi, üç kelimelik malum cümleyi tekrarlardı: "Bizden adam olmaz!"
Dinleyenler de eninde sonunda başlarını iki yana sallayarak ona katılırlardı: "Çok haklısınız, bizden adam olmaz."
Çevresi onu "kültürlü" biri olduğuna inandırmıştı. Avrupa biliyordu ya, yeterdi. İki sokak ötede neler yaşandığından haberi olmadığını kimse yüzüne vurmamıştı.
Peki, o kendi hayatında "adam" olmuş muydu? Orası karışık, hatta karanlık bir konuydu.
Sanki adamlığı merhum "baba"sına ait bir özellik olarak kabullenmiş, kendi yetersizlik ve beceriksizliklerini kader gibi kabullenmişti. Nihayetinde, herkesi çalışmamakla suçlayan alabildiğine tembel bir rantiyeydi!
Ama dert değildi! Babasından kalan hanları, apartmanları satarak epeyce idare etmişti.
Sonrası mı?
Ağır ağır çürüyerek, bakkalın manavın veresiye defterlerindeki borçlarını kapatmakta zorlanarak, sokakta gördüğü yeni mahallelilerden ürküp evine kapanarak hayatını tamamladı.