Franz Kafka'yı sevdiğimde henüz ortaokul öğrencisiydim.
Çoktandır dönüp okumuyorum Kafka'yı ama zihnimde bıraktığı ağırlık sürüyor.
Onun yüzünden Orta Avrupa'nın kasvetli sokaklarını ve eprimiş deri koltuklu kafelerini sevdiğim zamanlar oldu.
Ama şimdi bana sorsanız...
Kafka'nın yazdıkları hayatıma hiç dokundu mu? Tartışılır.
Kafka'nın bunalımıyla benim bunalımımın; Kafka'nın dünyasıyla benim dünyamın ortak bir yanı var mıydı? Pek az.
Fakat tıpkı Kafka'nın Dönüşüm (Die Verwandlung) hikâyesindeki gibi...
Kâbuslarla geçen bir gecenin sonunda böcek gibi bir şeye dönüşmüş halde uyandığımı itiraf etmeliyim.
Nedir o? Yerini kaybetmiş, çevresindekilere yabancılaşmış, kabuğu parlak içi kof bir yaratık.
Ailesi bakmasa yaşaması imkânsız, odasında ölse cesedini kimselere göstermeden hizmetçinin kaldıracağı garip bir ruh.
Yani...
Bir sömürge okuryazarı. Zihni teslim alınmış bir aydın. Aklı hep uzaklarda; problemleri ithal, beğenileri yabancı biri. Bu "hapishane"ye itiraz edip toparlanmaya çalışmam epey zaman aldı.
Hele en acıklısı...
"Yerellik" denen şeye sığınmaya kalktığımda, ortada "yer" falan kalmadığını fark etmemdi.
***
Dün demiştim ya...
Tarihe bakıp "
Biz hiç sömürgeleştirilmedik" diye övünüp durmak, başımıza gelenleri doğru tahlil etmemizi önlüyor.
Zihnimize ne oldu? Dilimize, dinimize ne oldu? Kültürümüze ne oldu? Kavramlarımıza ne oldu? Bu soruları cesaretle sormak gerekir.
Mesela...
Milliyetleri ve milliyetçiliği öne çıkararak "
millet" algımızı değiştirdiler ki, bu
zihinlerimizin kolonileştirilmesinde önemli bir mevzi kaybı ve ciddi bir "
kopuş"tur.
Vatan meselesine gelelim.
Bizim çoğu aydınımızın ruhu için "
ana vatan" neresidir?
Dürüstçe söyleyin...
Tıpkı kolonyalistler gibi
ana vatan (Avrupa) özlemi çekmez miyiz?
***
Bazı okurlarım dünkü yazımdan sonra "
bilinçaltı bir operasyon"dan söz ettiğimi veya bir kumpasa dikkat çekmeye çalıştığımı sanmışlar.
Hayır!
Her şey açık biçimde cereyan etti.
Alfabe devriminden tekke ve medreselerin kapatılmasına kadar her şey apaçıktı.
Gezi'yi özgürlük hareketi sanmaktan,"
demokrasi sandık değil" tezlerine kadar her şey hâlâ apaçık olup bitiyor.
Konuşacak, tartışacak çok şey var.
Elbette en önemlisi de
din konusu.
Post- kolonyalizm çalışmaları bizim akademi çevrelerinde pek ilgi görmüyor.
Oysa yeni çalışmalar
kolonyalizmin dinleri değiştirdiği, hatta yeni dinler icat ettiği üzerinde çok duruyor.
Var mısınız, yakın tarihimize bir de bu açıdan bakmaya!
(NOT: Zihinsel sömürgeciliğe maruz kalma konusunda meraklısının Yusuf Kaplan'ın Yeni Şafak yazılarında çok şey bulacağına eminim.)